Ağır acıların alfabesi sessiz harflerden oluşur.
Bu yazı henüz 7 yaşında ilk kaleme aldığım mektubu göğsünde taşıyan adama, babacığıma aramağınımdır…
Babamdan bahsederken 12 senelik kanserle mücadelesini kaybetti şeklinde tek düze bir cümle kurmayacağım. Çünkü bazı zaferler yolda kazanılır, henüz varmadan…
Sabrın ve metanetin başkenti olan çehresi, güleç yüzü ve yaşamaya olan bağı babamın kanserle mücadelesindeki en güçlü silahıydı. Ben ise onun her doğrulmaya çalıştığında sırtını sıvazlayan eliydim.
Ve biraz da yaşamaya mecbur bırakan gözünde asla büyümeyen en küçük kızı…
Son kelimesi “Seni seviyorum.” oldu. Ona dair duyduğum son cümle ise “Babanızın kalbi durdu.”
Sevgi en büyük teselliydi. Dolayısıyla hala ben o güzel adama dair ilk cümleye sarılıyordum.
“Seviyorum”…
Ve şimdi en az kendim kadar yetim bir yazı kaleme alıyorum. Çünkü babam öldü ve okuyacağım kimsem kalmadı.
Tam bir mücadele insanı olan, doğan Güneş’e dahi sırtını dönmeyen, şükrü yastığının baş ucundan bir an dahi ayırmayan bir adamın kızı olarak gururum acımdan büyük.
Sarıdan kızıla çalan kirpiklerinin süslediği yeşil gözlerinden yüzüme son bakışı ise bana miras.
Baban kimdi diye sorsalar,
Tüm konuşmaları gereksiz kılan dünyanın en anlamlı sessizliği,
Kendisi için hiç yaşamamış yaşamayı da bencillik saymış cennet bahçeleri kadar geniş yürekli,
Babalık hırkasına 4 evladını da sığdırmış, bizi üşütmemek için ayaz gecelerde titremiş bir adamdı derim.
İsmiyle müsemma bir adam olan babacığımın kızı olmak ise şahsi hayatımda taşıyabileceğim en büyük onur.
Babamın dünya hayatındaki yalnızlığı ve mahzunluğu kendi babasının vefatıyla başlamıştı.
Şimdi aynı hüzün bulutu bana yağdı. Dalıp gittiğin dağlara ve uzaklara aynı hasretle ben bakıyorum.
Her şey bir kenara seni çok seviyorum.
Babacığımın vefatı dolayısıyla acımı paylaşmak için arayan ve soran dostlara ayrıca teşekkürlerimi iletiyorum.