Yazan ve derleyen EKREM GÜNAYDIN
İzinsiz iktibas edilemez.
Yaşama biçimi hızla ve epeyce derin bir şekilde değişti.
En büyük ve tek eğlence televizyon oldu.
Öyle bir eğlenceydi ki, sinemalar seyircisizlikten kapandı, tiyatrolar iflas etti.
Televizyonu gereksiz, hatta zararlı bulan babaların inadı, çocuklarının ısrarı karşısında kırıldı, televizyon hızla evlere girmeye başladı.
Ailelerin kendi içlerindeki hayatları değiştiği gibi, çevreleriyle ilişkileri de değişti.
Ekran bir mıknatıs gibi herkesi kendine çekiyordu.
Hali vakti yerinde olup, komşularından, ahbaplarından önce televizyon almış olan aileler; bu yeniliğin öncüsü olma gururunu yaşadılarsa da, evlerinde ayaklarını uzatıp, rahatça televizyon seyredemediler.
Çünkü televizyonla birlikte gece gezmelerinin, akşam oturmalarının niteliği hızla değişti.
Mehmet Zeki Kapucu’nun yorumu “Cafer, Kasım, Adnan, Yalçın, Şaban, Edip
İSKAMBİL OYUNLARI, YERİNİ TELEVİZYON SEANSLARINA BIRAKTI
Televizyondan önce aileler arasında nazik ziyaretler yapılırdı.
Kadın-erkek bir arada oturulur, hal hatır sorulur, sohbet edilir, çaylar içilip meyveler yenir, hatta iskambil oynanır, herkes ortak bir âlemin parçası olurken; bu ziyaretler, televizyon seyretme seanslarına dönüştü.
Bu toplumun geleneksel terbiyesine göre misafiri kabul etmemek, ikramda kusur etmek, surat asmak, misafirin varlığından duyulan rahatsızlığı belli etmek; toplumsal hayattan tümüyle soyutlanmayı gerektirecek kadar büyük ayıplardan sayıldığı için, yenilikte öncü aileler her gece evlerine dolan misafirleri ağırlamaktan yorgun düştükleri gibi, gönüllerine göre televizyon da seyredemediler.
Fotoğraftakiler: Ümit Avcı ve Cafer Yeleri
Sinan Kotaz’ın yorumu “Fırtınalı gençlik Akyürek Mahallesi gençleri”
Levent Yeleri’nin yorumu “En baştaki benim”
TELEVİZYONSUZLUK, KAVGA SEBEBİYDİ
Televizyonu olmayan ailelerin içinde kavga eksik olmuyordu.
Çocuklar televizyon alınsın diye tutturdular, anneler onları gizlice ve ustaca desteklediler.
Bir gün üzerine bir ev kondururum da, başımızı sokacak bir evimiz olur diye düşünerek, arsa alıp borca girmiş babalar "hayır!" dedikçe çocuklar surat astılar, anneler sırtlarını dönüp yattılar, evlerde kavga havası esmeye başladı.
Çoğu baba bu ısrar karşısında yenik düştü, elinde kalem kâğıt hesaba kitaba oturdu; taksitli satışlar imdada yetişti de, bir televizyon alınabildi.
Fotoğraftaki: Yıldız Hanım
DAVET EDİLMEDİĞİ HALDE TELEVİZYONU OLAN EVLERE GİTMELER BAŞLADI
Televizyon önceleri bizlere tanıma ve alışma zamanı vermişti.
Önceleri haftada birkaç gün ve birkaç saat yayın yapıyordu.
Çok az eve girmişti, günlük hayat bu birkaç saatlik yayından pek etkilenmiyordu.
Çocukların dışında, televizyona maddi durumu elverişli, yenilikten hoşlanan babalarla, yeni evli "modern" çiftler ilgi gösteriyorlardı.
Orta halli ailelerin çoğu, bu merakın da geçeceğine inanıyor, birkaç saatlik keyif için hatırı sayılır derecede pahalı olan bu yatırımı yapmaya pek yanaşmıyordu.
Oysa televizyon çocuklar için müthiş bir şeydi.
Biraz televizyon seyredebilmek için aile terbiyelerinden ödün vermekten çekinmediler.
Bir eve çağrılmadan gitmenin ayıp olduğunun sıkıca öğretildiği yıllarda, çocuklar çağrılmadıkları halde televizyonlu evlere gitmeye, başına oturup her şeyi unutmaya başladılar. Haftada birkaç gün yayın yapılan dönemde bir bağımlı kitlesi oluşmamış, ama adaylar belli olmuştu.
Yayından bir saat önce açtıkları televizyonun karşısına kurulup, netlik ayarı yapmaya yarayan ve birtakım geometrik şekillerden oluşan bar görüntüsüne gözlerini dikenler, bir yandan da uzun bir dııııt sesinden ibaret olan sinyali dinleyenler tipik televizyon bağımlısı adaylarıydı. Televizyon düzenli yayına geçince hemen "müptela" oldular.