Röpartaj: Hatice Türkan Konuk: Hayko Bağdat
Yılmaz Güney Sinema Salonu’nda “Hayatında hiç Ermeni gören var mı?” sorusu ile başlayıp, adada yaşayan Ermenilerin aile içi ilişkilerini anlatarak devam eden gösteri, güldüren ama öte yandan derin düşüncelere iten tespitlerle tam not aldı izleyiciden. Ama biz (Bendeniz yazarınız Hatice Türkan ve Sonsöz’ün jet muhabiri Yusuf Kavak) “Salyangoz ile yetinmeyip bunun çok ötesine geçmek için soluğu Otel İzgi Turhan’da alıyoruz. Keyifli geçen sohbetimizde Hayko’yu Hayko yapan süreci daha iyi anlıyor, Ermeniliğinin artı ve eksilerini kendisinden dinliyor, ülkede yaşanan sürece dair çarpıcı tespit ve değerlendirmelerini alıyoruz kendisinden. Demem o ki dolu dolu bir söyleşi hazırladık sizlere. Dobra ve samimi cevaplarından dolayı Hayko Bağdat’a teşekkür ediyor, söyleşimizden bütün okurlarımızı sözlü sınava tabi tutacağımı belirterek dikkatle okunması konusunda ısrarcı olduğumu belirtiyor, mutlu ve umutlu bir hafta diliyorum…
“MEMLEKET KAVGASINI VERENLERDEN BİRİYİM” -Hayko Bağdat’ı herkes bilir, tanır. Ama Hayko’yu bir de sizin ağzınızdan dinleyelim. Kimdir Hayko Bağdat? “Aslında kendime bir kartvizit yaptırsam ve altına sıfat olarak ne yazayım desem, yazılacak çok şey var. Pek çok şeyi denedim ben? Köşe yazarlığı ve radyo programcılığı yaptım. Kitap yazdım. Panel ve konferanslarda konuşmacı olarak dünyanın birçok yerine gittim. Bugün mesela sahneye çıkıyorum. Ama bunların hiçbiri tam olarak değilim ben. Kabiliyetim ölçüsünde bütün enstrümanları kullanarak derdi anlatmaya çalışıyorum ben” “BU TOPRAKLARDA DERT VAR” -Dert derken? “Bu topraklarda dert var. Bu dert sadece kendi kimliğime ait dertler değil, ortak dertler. Bu sadece Ermeni meselesi ya da Kürt meselesi değil… Bir yerde çocuk ölüyorsa dert vardır. Ölen çocuğun menşeine bakılmaz. Coğrafyamızda, yüz yıldır süren cinayet var, gasp var, kimliklerin ötekileştirilmesi var. İçinde olduğumuz kimliğimizin bizim cinayet sebebimiz olarak görüldüğü bir durum var. Ben de şahit olduklarımdan veya kendi hikâyelerim üzerinden büyük topluma şunu anlatmaya çalışıyorum, bu kötü bir şeydir, buna razı gelmeyin. Bu bazen Cizre’deki bodrumda bir çocuk olur, bazen denizde boğulan mülteci bir çocuk olur, bazen 20 yaşında mecburi askerlik yapan bir genç olur, bazen Sevag Balıkçı olur, bazen Hrant Dink olur, bazen Uğur Kaymaz olur. Bu durumda, huzur içerisinde, bütün kimliklerimizle bir arada yaşayacağımız bir memleket kavgasını elimden geldiğince verenlerden biriyim ben." “BENİM TUTKUM, KAVGAMA” -Ermeni okulları ve İstanbul Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü derken gazete ve televizyonlarda görmeye başladık sizi. Nasıl başladı bu tutku? “Aslında tutkum hiçbir yerde başlamadı. Bana bunları yaptırdılar. Benim kimliğimden az bulunuyor bu topraklarda. Ermeni sayısı az. O yüzden bazen sağa sola Ermeni lazım oluyor. O alanda konuşan, derdini anlatabilen, etkileyebilen, daha çok insanın ilgisini çekmeye başlayan bir adam olmaya başladım. Ben de ne istendiyse yaptım, nereye çağrıldıysam gittim. Yani radyoculuğa, televizyonculuğa büyük aşk besliyorum falan yok. Benim tutkum, benim kavgama. Benim fikrime ve benim mücadelemedir tutkum”
“BÜTÜN MECRALARDA YER ALDIM” -Yaşam Radyo’da azınlık sorunlarını dile getiriyordunuz. Epey de tutulmuştu. Neden bıraktınız? “Yaşam Radyo’da birçok şey yaptık evet ama daha sonra İMC TV’de bir şeyler yaptım, Bugün TV’de çıktım. Ben pek çok mecrada bulunmuş bir adamım. Pek çok dertle ilgileniyorum. Türkiye’nin siyasi konjektüreline ve içinde olduğum mecraya göre pek çok etiket de aldım. Mesela Brüksel’e Med Nuçe’ye gittim “PKK’li” dediler bana. Bugün TV’ye gittim “cemaatçi” dediler. Gezi’ye katıldım “ulusalcı” dediler. Yeri geldi “senin Bugün TV’de ne işin var heval?” diyenler, hiç kimsenin çıkaramadığı dönemde Selahattin Demirtaş’ı programa çıkardığımda “herbiji Bugün TV” diyerek karşıladılar. Ben ise bu mecralar içerisinde bulunmaktan, aynı derdi anlatmaktan hiç yorumladım. İnsanlarda artık şu oluşmaya başladı; Yaşam Radyo, İMC TV, Bugün TV, Hürriyet Gazetesi, CNN Türk, Med Nûçe fark etmez, bu adam her tarafta aynı şeyi söylüyor. Gittiği yerin dengelerine göre konuşmuyor. Halkın derdine göre konuşuyor”
“KİME YAPILDIĞI İLE DEĞİL, NE YAPILDIĞI İLE İLGİLENİYORUM” -Televizyon kanalları, radyo ve gazeteler derken Türkiye’de basın nereye gidiyor sizce? “Şu anda dipte. Daha dibi var mı, onu göreceğiz. Büyük bir rezillik yaşıyoruz. Sadece kendim için söylemiyorum. Evet, programlara daha az çağrıldığım bir dönemi yaşıyorum. Eskiden haftada bir gittiğim merkez medya kurumları artık selam vermez hale geldi. Devletin, mücadele alanında karşı tarafın sözünü söyleyenlere karşı uyguladığı bir oto sansürdür bu. Bugün TV kanallarına çıksam Kürt meselesinde yine aynı şeyi söylerim. Sadece Kürt meselesi olarak düşünmeyin. Mesela Hrant Dink cinayetinde cemaatin adamı olan kesimlerin yakası 9 seneden sonra daha yeni tutulmaya başlıyor. Ama adamların medyalarına çökmek, kayyum atamak, binlerce gazeteciyi işsiz bırakmak, kreşlere girmek, okulları kapatmak gerekmiyor ki. Ben Ruhban Okulu açılsın diyen biri olarak nasıl bu okulların kapatılmasını izleyeceğim? Bugün TV’ye, Zaman Gazetesine kayyum atandığında, Alevi basını, Kürt basını, Agos Gazetesi güvende mi? Bu yüzden ben Devletin kime yaptığı ile çok ilgilenmiyorum, ne yaptığı ile ilgileniyorum” “BÜTÜN TOPLUMSAL KESİMLER RİSK ALTINDA” “Devletin alışkanlıkları, bütün toplumsal kesimleri riske eden bir yapıya bürünüyor. Şu anda “çok konuşmasa iyi olur” denilen gazetecilerden biriyim. Yıldırmanın birkaç yöntemi var, önce her tarafa çıkmasına mani oluyorsun, davalarla, tehditlerle, linç kültürü ile yıldırıyorsun, televizyonunu kapatıyorsun, Türkiye’deki faşizan kesimlerin okuduğu gazetelerde hedef haline getiriyorsun. Bir bakıyorsun Akit Gazetesi “Hayko, Müslüman olmadığını itiraf etti” manşetiyle çıkıyor. Bunların alıcısı var. Bir tek kendim için söylemiyorum, bir sürü insanı köşe sıkıştırıyorlar. Ekonomik anlamda da zor duruma düşürüyorlar. Sonuçta bir ekmek kavgası var. Mesleğini yapamaz hale geliyorsun”
“TOPUN UCUNDAYIZ” -Benden (Ermeni) az bulunuyor dediniz. Peki, Ermeniliğin artı ve eksileri neler? “Ermeni olmanın herhangi bir artı durumu yok. Sadece camialarda daha çok aranan isim olmanın verdiği bir avantaj var. Bunu iyi değerlendirirsen Ermeni meselesini geçer, ondan sonra memleket meselelerini anlatırsın. Benim de yaptığım bu. Bugün herhangi bir muhalif gazetesi kadar başım beladadır. Ermeni olmanın getirdiği sıkıntı ise toplumsal algıda linç kültüründe her an topun ucunda olmaktır” “HRANT DİNK’İN ARKADAŞLARI, TEKNİK BİR EKİP” -Hrant’ın Arkadaşları Ekibinin kurucularından birisiniz. Bu ekipte sadece Ermeniler mi var? “Bu konuda bir yanlış anlama var. Hrant’ın arkadaşları, Etyen Mahçupyan ile anılır, Oral Çalışlar ölçü alınır. Hâlbuki Hrant’ın arkadaşları onlar değildir. Onlar Hrant’ın gerçek hayattaki normal arkadaşlarıdır. Hrant’ın Arkadaşları Ekibi ise teknik bir ekiptir. Davayı takip eder, kamuoyu yaratır, anma organize eder, aile ile temas halindedir, avukatlarla temas halindedir, avukatlar o gün mahkemede hangi konuyu gündeme getireceklerse toplumda onu daha çok seslendirir ve davanın sadece Hrant ekseninde kalmasına özen gösterir. Mesela Ahmet Çakır tutuklandığında Hrant Dink eylemlerinde ona da bir şeyler söyleyelim mi? Hayır! Hrant’ın Arkadaşları sadece Hrant Dink Davasının kamuoyunu yaratmaya çalışır. Bu zaten diğer bütün davalara da etki eder ama bu arkadaşlar aynı zamanda Ahmet Çakır eylemlerine de gider. Hrant’ın Arkadaşları Ekibi’nde siyaseten bir birlik yoktur. İçinde referandumda EVET diyenler vardır, HAYIR diyenler ve BOYKOT diyenler de vardır. Hrant’ın Arkadaşları, Hrant’ın davası dışında siyasi bir söz söylemezler. Yani Hrant’ın Arkadaşları ‘seçimde şuna oy verecek’ diye bir şey duyamazsınız” “ANAYASANIN İLK MADDESİNİ DEĞİŞTİRİRDİM” -Cumhurbaşkanı olsanız ülkeyi nasıl yönetirsiniz? “Anayasanın değişmez maddeleri vardır… Adımız şudur, hepimiz şudur, şurası şöyledir gibi… Bu ilk maddeyi kaldırırdım. Anayasanın ilk maddesi şöyle olsa daha iyi olur: “hepimiz bu mahallenin çocuğuyuz, bi rahat bırakın bizi” Gerçekten de Devlet, vatandaşını, yurttaşını rahat bıraksın istiyorum. Adam alevi ise Alevi gibi yaşasın, Kürt ise Kürt gibi yaşasın, diliyle, kültürüyle, kimliğinden gurur duyarak, çocuklarına aktarma imkânı bularak yaşasın. Devletin bütün kaynakları kullanılarak bütün kimlikler törpülenmeye çalışılıyor. Oysa bu kaynaklar, kimliğimizi özgürce yaşayabileceğimiz bir dünya için kullanılsın. “Bizi rahat bırak” dememiz lazım Devlete. Bu anayasanın 1. maddesi olmalıdır. Cumhurbaşkanı olsam bunun için uğraşırdım”
“SAVAŞTA EN ZOR ŞEY, BARIŞI SAVUNMAKTIR” -Malumunuz sıkıntılı bir süreç yaşanıyor. Bu süreçte HDP ne yapmalı sizce? “HDP elinden geleni yapıyor zaten. Barışı savunan, sivil siyaseti savunan, silahsız çözümü savunan, ama aynı zamanda tabanın yaşadığı bütün büyük acılarını ve öfkesini de anlamaya çalışan, anlatmaya çalışan devlet tarafından sıkıştırılan, kamuoyu tarafından ve her taraftan sıkıştırılan bir parti. Allah’tan Demirtaş gibi bir Başkan var başında. Bütün sert ve kalın dengeler içerisinde iyi bir insan olduğu için ve iyiliği yüzüne vurduğu için daha fazla insan tarafından önemseniyor. HDP’nin sanırım yapması gereken önemli şey, daha fazla iyi insanı karşımıza çıkarmak olacaktır. Aynen şimdi olduğu gibi, daha az oynayan, daha net, daha samimi, daha mizahi, daha içimizden insanlarla yola devam etmeyi sürdürmelidir. Savaşta en zor şey, barışı savunmaktır. Savaş esnasında savaşı savun, daha çok öldürmeyi, daha çok operasyonu, daha çok can almayı savun, hiç başın ağrımaz, kahraman derler sana. Bu her taraf için geçerlidir. Ölümlere sevinenler, daha çok öldürmeyi savunanlar, “kanlarında duş alacağız” diyenler vatan kahramanı şu anda. Ben barış diyorum, başım belada. “kimse ölmesin” diyorum, “yazık” diyorum başım belada. Aynı şeyi şu anda HDP de yaşıyor” “YAŞANANLAR, 1915’Lİ ŞARTLARA ÇOK BENZİYOR” -Türkiye’de süreç nereye gidiyor sizce? “Hiç umutlu değilim yakın zaman için. Devlet, 1915’teki şartları alışkanlık haline getirmiş durumda. Bu yöntemlere baktığımda hepimizi ve başta Kürtleri büyük bir tehlikenin beklediğini düşünüyorum. 1915 öncesi şartlara pek çok açıdan çok benziyor” “FB’LİYİM AMA…” -Okurlarımız, hangi takımı tuttuğunuzu soruyor? “Hayattaki tek hâkimiyetim Fenerbahçeliliktir. Ama son süreçte yarattığı sempati ile Beşiktaş, maçları kazandığı zaman seviniyorum. Amedspor’dan Deniz Naki ile tanıştım, dünyalar tatlısı bir sporcu. Adana Demirspor, başka bir kültürden gelen bir takım. Faşizme karşı tavrı olan bir takım. Anlayacağınız, eskisi kadar “koyu FB’liyim” diyemeyeceğim kadar sempati duyduğum takım var. Ama çocukluktan FB’liyim”
“18 AY ZORUNLU ASKERLİK BİLE BİR ŞEYLER ÖĞRETTİ BANA” -Bir okurumuz, ömrünüzün hangi yıllarını kayıp olarak gördüğünüzü soruyor. Ne söylemek istersiniz? “Niye kayıp olsun ki? 18 ay mecburi askerlik bile çok şey öğretti bana. 96–98 yılları arasında Dersim’de bandocu olarak askerlik yaptım. Müzik kulağım askerlik sayesinde daha fazla gelişti. Bandoda çok saz vardır, her sazın marşları çalarken kendi partileri vardır. Trombonun İstiklal Marşını çalış partisini dinlerken, İstiklal Marşını çaldığını anlayamazsın. Çünkü arkadan başka bir ses verir. Gariban askerler, dayaklarla trombonu, saksafonu öğrenirken, ben 18 ayda hepsini dinleyerek öğrendim. Bütün sazlar aynı anda İstiklal Marşını çalarken ben trombonu duyma noktasına gelmiştim. Şu anda Bregoviç’i ya da Balkan müziğini dinlediğimizde, üflemeli sazların olduğu yerde hepiniz o solo sesini duyarken, trompeti duyarken, ben arkada klarneti, saksafonu, hepsini tek tek duyup algılayabiliyorum. Askerlik bile demek ki bir şeyler katmış ” “NEDEN ZEVZELİK YAPIYORUM?” -Kendinize bizim yerimize bir soru soracak olsanız hangi soruyu yöneltirsiniz? “Bana şu soru çok fazla soruluyor; “sen kitap yazıyorsun, televizyonlara çıkıyorsun, köşe yazıyorsun, davaların oluyor, peki neden bu kadar zevzevlik yapıyorsun, daha ciddi olsana?” Bazen sosyal medyada “ben seni haber almak, bilgi edinmek için takip ediyorum ama artık takip etmeyeceğim, çünkü sen zevzeklik yapıyorsun” diyenler oluyor. Ben de sizin yerinize kendime bu soruyu yöneltmiş olayım. Ben ağır abi taklidi yapmak istemiyorum ki, değilim de zaten. Yaptığım şey, hayatı sürdürülebilir kılmak içindir. Bir yandan hayatı yaşarken, bir yandan rakı sofrasında ya da kahve eşliğindeki üslubumu sürdürüyorum. Samimiyetimi, mizahımı, üslubumu, hayatımı kimseden saklamak istemiyorum. Benim gençler tarafından bu kadar çok takip edilmemin mucizesi de bu zaten. Gençlerle aramda çok samimi bir bağ var. Sosyal medya üzerinden dertleşiyoruz, onların ailelerinden biri gibiyim. Karşılaştığımız zaman bana Hayko Bey diyen yok, Hayko Abi diyorlar, Haykocum diyorlar, canısı diyorlar, bu güzel bişi… Bu samimiyetimi, üslubumu ve neşemi kaybetmemeye çalışıyorum” BİR SIR? -“Yahu bu kadar mecrada yer aldın. Film düşünmedin mi hiç?” sorusunu yöneltiyorum Sayın Bağdat’a. Can alıcı bir sır veriyor Hayko, diyor ki “Film heyecanlandıran bir şey. İlk defa burada söyleyeyim; Kemal Gökhan’la düşündüğümüz senaryo konuları var. O senaryolar filme dönüşse, ben de ucundan kendimi göstersem, küçük bir rol alsam ne güzel olur. Bir gazeteciyim, televizyona çıkacağım, hepinizin ufkunu açacağım gibi bir şey vaat etmiyorum. Film yapacak olsam yine bu kavganın devamı olacaktır. Yine çocuklarımız birbirinin katili olmasın diye bir duygu vereceğiz orada da”
“SALYANGOZ, MÜKEMMELE YAKIN BİR İŞ” -Batman’a Salyangoz gösterisi için geldiniz. Kısaca bahseder misiniz Salyangoz’dan? “Salyangoz oyunundan önce, farklı mecralarda yaptığım bütün işler, elimden geldiği kadarıyla yaptığım ama mükemmel olması için çok da uğraşmadığım işlerdi. Salyangoz, biraz mükemmellik istiyor. Siirt’te, Bitlis’te, Van’da, Çanakkale’de, Ankara’da, Eskişehir’de, İzmir’de, Köln’de, Berlin’de oynadık. Bu sadece Kürtlerin anlayabileceği bir oyun değil. İnsanların evde hazırlanıp dışarı çıkmasını sağlayan emeğin karşılığında bu kez mükemmele yakın olmak lazım. Salyangoz tam olarak buydu benim için… Orada güvenlik sorunu var, gidemeyiz, algısını yıkmak için bu coğrafyaya geldik. Bütün sanatçılar, hekimler, panelistler hepsi gelsin istiyorum” BATMAN İZLEYİCİSİ, EYLEME GELMİŞ GİBİYDİ -Batman’da da Salyangoz’u oynadınız. Nasıl geçti sizce? “Batmanlılar Japon seyirci konumundaydı. Az tepki veren bir seyirci kitlesiyle karşılaştım. Siirt’te, Van’da, Diyarbakır’da izleyicinin kahkahalarla izlediği filmi Batmanlılar tepkisiz izledi. Eyleme gelmiş gibiydiler Batman’ın seyircisinin cool tavrı beni biraz şaşırttı. Ama hayırlı bir neticeye ulaştık. Bazı Belediyeler ücretsiz yaptı, gençlere moral olsun diye. Bazı Belediyeler bilet sattı, yıkılan kentler için. İki amaç da birbirinden anlamlı. Batman’da yıkılan kentler için oynadık. Vicdanımız rahat bir şekilde ayrılacağız”