Kendini sergilemek, sadece sosyal medyada değil, hayatın her alanında karşımıza çıkıyor.
Oturduğumuz yerden başka insanların hayatlarını nasıl sergilediğine tanık oluyoruz.
Bazen gördüğümüz neşeli bir yüzle mutlu oluyor, bazen de dramatik bir görüntüyle hüzünlenip gözyaşı dökebiliyoruz.
Karşımıza bir anda çıkan komik bir görüntüyle, kendimizi gülerken de bulabiliyoruz.
Çoğu zaman da isteyip yapamadıklarımızı yapanlara imrendiğimiz de oluyor.
Bu şekilde dakikalar içinde duygudan duyguya geçebiliyoruz.
Ördek sendromu misali insanların neler yaşadığını bilmeden onların hayatları adına yargılara varabiliyoruz. Oysa ördeğin suyun altında, ayaklarını nasıl bir hızla çalıştırdığını bilmeyiz. Çünkü bizler ördeğin çabasını değil, süzülüşünü görürüz.
Sosyal medyada gördüğümüz görüntünün perde arkasında neler yaşandığını bilmeden, başka hayatların bu kadar içinde olmak, ruh sağlığı açısından iyi olmasa gerek.
Geçen gün, uzun bir aradan sonra televizyonda yayınlanan gündüz kuşağı programlarına denk geldim.
Televizyon kanallarının bu sergileme işini bir üst noktaya çıkardığına şahit oldum.
Kanalların çoğunda birbirinin benzeri formatta programlar yayınlanılıyor.
Bir zamanlar evlendirme programlarıyla donatılmış olan kanallar, şimdilerde ise yerini aile dramlarına bırakmış durumda.
Her kanalda ayrı bir ailenin trajedisine tanık oluyoruz.
Sırayla göz gezdirirken bu programlarda ilk dikkatimi çeken durum şu oldu.
Genel olarak, bir şekilde mağduriyet yaşamış kadın profiliyle karşılaşıyoruz.
Bu kadınlar, şiddet görmüş, yaralanmış veya öldürülmüş olabiliyor.
Ya da eşinin ihanetine uğramış bir erkeğin başından geçenler ele alınıyor.
Ekran önünde bu insanların hayatları bir pembe diziymişçesine ele alınıyor, üzerine konuşmalar yapılıp, nasihatler veriliyor.
Hayatları işlenen kişilerin yaşadığı şiddetin, psikolojik yıkımın ayrıntıları dramatize edilerek veriliyor. İnsan aklının almayacağı haksızlıklar, zorbalıklar, topluma örnek olmasından kaçınılan tavırlar, şiddet, küfür, yalan dolan hepsi bir arada önümüze sunuluyor.
Bu programlar, daha çok genel izleyici kitlesi olarak ev kadılarını görüyor.
İzleyici olarak seçilen bu kadınların hiç derdi yokmuş gibi acı üzerine acı hayatlar sunuluyor. Bunları izleyip günde üç posta sinirlenmeyen, ağlamayan izleyici yoktur sanırım.
Daha da acı olan, bundan rahatsız olunmaması bir yana, her kanalda benzer dramların reyting için kullanımının daha da yaygınlaşmasıdır. İzleyiciler, bu durumun sürekliliği karşısında gün geçtikçe duyarsızlaşıyor.
Bu şekilde gösterilen dramlar karşısında kullanılan sıradanlaştırıcı dilin etkisiyle de toplumda benzer durumların önlenmesinden ziyade yaygınlaşmasında etkili oluyor.
Umarım, ekranlarda beş dakika sinirlenmeden, ağlamadan izleyeceğimiz içerikler görme fırsatı buluruz.