Çözüm süreci boyunca oluşan huzur ortamı, yerini çatışma ve operasyonlara bıraktı. Şiddetli çatışmalar, ardı ardına gelen ölüm haberleri, ülkenin doğusuna ve batısına gelen cenazeler ve ırkçı saldırılarla birlikte ülke büyük bir kaosa doğru sürüklendi.
Çatışmaların şiddetlendiği ve çözüm sürecinin bitme noktasına geldiği şu süreçte halktaki duygusal kopuşun önüne geçmek amacıyla acılı 3 aileyi gazetemizde buluşturduk.
ÜNİVERSİTEYE GÖNDERDİĞİ OĞLUNU POLİS KURŞUNUYLA KAYBETTİ
Necla Kurt, 1966 doğumlu, ilkokul, ortaokul ve liseyi Batman’da okudu. 1988’de evlendi. Şerzan’la birlikte 3 erkek çocuk dünyaya getirdi. 1989’da Tütün İşletme Müdürlüğü’nde işe girdi. 2010’da kamu içi sınavla Gıda Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü’ne geçti. 26 yıllık çalışma hayatı devam ediyor. Necla Hanım, acılı bir anne. Çünkü oğlu Şerzan’ı polis kurşunuyla kaybetti. Muğla Üniversitesi’ni kazanmıştı Şerzan. Büyük umutlarla gitmişti Muğla’ya. Üniversite okuyacaktı, sonra bir işe girecekti belki. 12 Mayıs 2010’da polis ile bir grup arasında çıkan çatışmada, vücuduna isabet eden kurşunla ağır yaralandı. Hastaneye kaldırıldı. 12 gün boyunca yoğun bakımda kaldı. Ama 12 günün sonunda yaşam mücadelesini kaybetti.
“İNSAN, ÖLÜMÜ YAKIŞTIRAMIYOR SEVDİKLERİNE”
Oğlunun ölüm haberini nasıl aldığını soruyoruz Şerzan’ın annesi Necla Hanım’a. Oğluna ölümü hiç yakıştıramadığını anlatıyor Necla Hanım “Eve bir telefon geldi. Oğlunuz yaralı dediler. O an ki acıyı anlatmam mümkün değil. Babası ile birlikte Muğla’ya gittik. 12 gün boyunca büyük bir umutla oğlumun uyanmasını bekledim. Ama Şerzan, hayata veda etti. İnanmak istemedim. İnsan, ölümü hiç yakıştıramıyor sevdiklerine. Havaalanında bir kadın bana, başınız sağ olsun, dedi. O anı hiç unutamam. Yıkıldım. Benim oğlum ölmedi, dedim. Nasıl inanabilirim ki, 21 yıl boyunca üzerine titrediğim oğlumun ölmüş olabileceğine inanmak istemiyordum”
“ŞERZAN’IN SÖZLERİ, KULAĞIMDA ÇINLIYORDU”
Şerzan’dan bahsediyor Necla Hanım: “Küçük oğlum, apartmanın kapısındaki cama yumruk atmış, bileğini yaralamıştı. Komşularımız arabaya koydu onu, hastaneye götürdüler. Ben de arkadan araçla hastaneye gittim. Kapıdan içeri girerken oğlumun bileğine dikiş atıyorlardı. Çığlık atıyordu. Dayanamadım. Şerzan geldi yanıma. O çığlıkları duyduğun için şükretmelisin, o yaşıyor ve sen onun sesini duyuyorsun demişti. Şerzan 12 gün boyunca yoğun bakımda kaldığında, o sözleri çınlıyordu kulaklarımda. Keşke sesini duysaydım diye dua ediyordum. O an, Şerzan’ın ne kadar haklı olduğunu öğrendim. Ama ben oğlumun sesini duyamadım. 12 günlük bekleyişim, büyük bir acıyla sonlandı”. Bunları anlatırken gözyaşlarını tutamıyor. Hemen yanında oturan Hazal Hanım teselli ediyor onu. Öyle ya ikisi de evladını kaybetmiş iki anne. Birbirlerinden daha iyi kim anlayabilir onları?
“ASKER VE POLİS ANNELERİNE SESLENİYORUZ”
Asker ve polis annelerine sesleniyor Necla Hanım “Bu ateş, hepimizi yakacak. Asker ve polis anneleri de evlatlarını kaybetmenin acısını yaşıyor. Biz de evlatlarımızı kaybetmenin acısını yaşıyoruz. Önemli olan, ölümler yaşanmadan bu savaşa dur diyebilmek. Ölümler olduktan sonra haykırmak, çığlık atmak, tepki göstermek, evlatlarımızı geri getirmiyor, getirmeyecek. Gelin tutun elimizi, siz de bizim gibi ölümlere dur deyin. Bu savaşı, akan bu kanı biz anneler durduramazsak, başka hiç kimse durduramaz”
KIZ KARDEŞİ, GİRDİĞİ ÇATIŞMADA HAYATINI KAYBETTİ
Şükran Akış, 55 yaşında. 4 kız, 1 erkek çocuk annesi. Kod adı Şehit Mizgin olan Gurbet Aydın’ın ablası. Gurbet Aydın, 1970’lerde bölgede yaşanan faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, baskı ve zulümlere karşı çareyi dağlarda aramış. 1979’da yüzünü dağlara çevirmiş. 13 yıl kalmış dağlarda. 11 Mayıs 1992 günü Bitlis’in Tatvan ilçesinde bulunduğu evin basılmasıyla çatışmaya girmiş ve hayatını kaybetmiş.
“ÖLEN KİŞİ, BENİM KARDEŞİM DEĞİLDİR DİYORDUM”
Kız kardeşi Gurbet Aydın’ın ölüm haberini aldığı günü anlatıyor acılı abla Şükran Akış “Biz 10 kardeştik. 7 erkek, 3 kız. O dönemde baskılar çoktu. PKK kurulmuştu ama nüfusu belki 100’ü bile bulmamıştı. Kız kardeşim örgütle tanışmış. Evden çıkıp gidiyordu, 3 ay, 6 ay sonra geri geliyordu. 12 Eylül darbesinden önce, 1979’da evden çıkıp gitti. Bir daha gelmedi. Nadiren eve telefon ederdi. Ben Avrupa’daydım, yerim iyidir derdi. Çatışmalar çoktu. Cenazeler geliyordu. Bir gün yine telefon geldi. Telefonu açtık, telefondaki ses kız kardeşim Gurbet’in sesiydi. Beni merak etmeyin, ben Avrupa’dayım, yerim iyidir dedi. 3 gün sonra bir akşamüstü partiden geldiler. Kız kardeşin Gurbet (Mizgin), çatışmada öldü dediler. Biz kesinlikle inanmadık. O, başka Mizgin’dir, dedik. Bizimki zaten Avrupa’da dedik. Cenazeyi almak için Tatvan’a götürmek istiyorlardı bizi. Biz gitmiyorduk. O cenaze kesinlikle bizimki değildir diyorduk. Sonra bize yüzünü tarif ettiler. Yüzünde iki tane ben var dediler. Hepimiz yıkıldık” şeklinde anlatıyor acılı abla.
“KIZ KARDEŞİM BESTE YAZARDI”
Abla Şükran Akış, kız kardeşiyle yaşadığı bir anısını paylaşıyor bizimle: “Kız kardeşim beste yazardı. Çok severdi beste yazmayı. Bir gün elinde kâğıt kalemi, yine bir şarkı yazıyordu. Bana dönüp, abla bestemi dinler misin dedi. Dinledim. Bestede kulağı tırmalayan bir kelime vardı. Onu çıkar, dedim. O kelimenin yerine şunu yaz, dedim. Besteyi o kelimeyle bir daha denedi. Çok beğendi, mutlu oldu. Sonra bana dönüp, abla bu sözü bana verir misin, diye sordu. Gülerek ona döndüm, sen de büyük şarkıcılar gibi kelimeler için bana para mı teklif ediyorsun dedim. Gülüştük. O gülüşü hiç gitmiyor gözümün önünden”
“ACILARIMIZA RAĞMEN BARIŞ İSTİYORUZ”
Çekilen bütün acılara rağmen barış istediklerini söylüyor Şükran Akış “Biz acı çektik. Evlatlarımızı kaybettik. Ama hiçbir zaman başka annelerin yüreğinin de yanmasını istemedik. Acılarımıza rağmen biz barış istiyoruz”
ASKERE GÖNDERDİĞİ OĞLUNUN TABUTUNU KUCAKLADI
Hazal Emek, 55 yaşında. Küçük yaşta evlendirilmiş Hazal Hanım. 7 çocuğu olmuş. 21 yaşındaki oğlu Mehmet Siraç’ı önce evlendirmiş, sonra askere göndermiş. Kars Kağızman’da askerlik yapıyormuş oğlu. Askerdeyken bir kızı doğmuş. Kızını görmeyi hayal ederken, PKK’lilerle girdiği bir çatışmada hayatını kaybetmiş.
“OĞLUN ÖLDÜ DEDİLER”
Hazal Emek de, askere gönderdiği 21 yaşındaki oğlunun hayattan kopup gittiğini duyunca yüreğinden bir parça koptuğunu hissetmiş: “Oğlum daha 21 yaşındaydı. Yeni evlenmişti. Kızı doğmuştu. Arayıp kızım nasıl diye soruyordu. Onu görmek istiyordu. Kızının 40’ı çıkmamıştı. Eve birileri geldi. Oğlumun öldüğünü söylediler. Bir türlü inanmak istemiyordum. O anı hiç unutamıyorum. Kızı, babasını göremeden büyüdü. Bu acıdan sonra toparlanamadım. Defalarca ameliyat geçirdim. Hayata bir daha tutunamadım” diyor Hazal Hanım.
“OĞLUMLA TÜTÜN YAPARDIK”
Oğlunu askerdeyken kaybeden Hazal Hanımın da gözleri doluyor. Oğlu Mehmet Siraç’tan bahsediyor “Oğlum, çok uysaldı, duygusaldı. Duygu yüklü bir çocuktu. Bir kere bile bana karşı çıktığını hatırlamam. Ne iş versem yapardı. Sabahlara kadar onunla tütün toplardık. Bir kere bile ben yapmam demedi. Şimdi o günleri çok özlüyorum. Kızının doğduğunu duyunca çok sevinmişti. Askerdeyken telefon açıp, kızım bana benziyor mu diye soruyordu. Senin gibi yeşil gözlüdür diyorduk. Kızını göremeden öldü oğlum”
“BARIŞMAK ÇOK MU ZOR?”
Sitem ediyor Hazal Hanım. Barış istediğini söylüyor “Biz ölüm istemiyoruz. Çektiğimiz acılar yeter. Barış istiyoruz. Barışmak çok mu zor?”
HAYATTAN KOPARILAN 3 GENÇ
Şerzan, şu anda Seyitler Mahallesi’nde bulunan Gresavaro Mezarlığı’nda yatıyor. Hazal Hanım’ın askerde ölen oğlu Mehmet Siraç, köy mezarlığında. Gurbet Aydın’ın cenazesini ise Tatvan halkı vermek istememiş. Cenazeyi sahiplenmişler, Tatvan’da defnedilmiş.
“BARIŞ İSTİYORUZ, BAŞKA ANALARIN YÜREĞİ YANMASIN”
Kız kardeşini dağda yitirmiş bir abla, evladını askerde kaybetmiş bir anne ve üniversite okuması için gönderdiği oğlunu polis kurşunu ile kaybetmiş bir anne… Ellerinde kaybettikleri evlatlarının fotoğrafları. Necla Hanım, Hazal Hanım’ın askerde kaybettiği oğlunun fotoğrafına bakıyor. “O da Şerzan gibi yeşil gözlü müydü?” diyor. Hazal Hanım ise Şükran Abla’nın elindeki fotoğrafa bakıp “Kız kardeşin ne kadar da küçükmüş” diyor. Birbirlerinin acılarını gayet iyi anlıyorlar. Ve asla yarıştırmıyorlar acılarını. Çünkü biliyorlar, acının tarifi, gözyaşının rengi yoktur. Birinin yüreği, diğerinden daha az; diğerinin canı ötekisinden daha fazla yanamaz. El ele veriyor acılı üç kadın.
Düzgün Türkçesiyle, kelimelerini özenle seçerek son mesajını veriyor Necla Kurt “Biz barış istiyoruz. Başka anneler ağlamasın” diyor.
Kız kardeşinin acısını yaşayan Şükran Akış ise yarı Türkçe ve yarı Kürtçeyle sesleniyor “Ne asker, ne gerilla, ne de sivil insanların ölümünü istemiyoruz. Ölümlerden bıktık. Artık barış olsun” diyor.
Hazal Emek, Türkçeyi hiç bilmiyor. Sade Kürtçesiyle “Biz anneler ne zamana kadar ağlayacağız? Bu savaş nereye kadar? Öldürerek bu sorun bitmez. Vallahi bitmez, billahi bitmez…” mesajını veriyor.