Müslüman’ın tek davası vardır o da dini mübin islamdır. Yani; İnsanlara hakkı tavsiye edip kötülükten alıkoymaya çalışmaktır.
Kendisini bağlayan, frenleyen ise Kur'an ve Sünnettir.
Günümüz Müslümanlarına baktığımızda yukarıdaki açıklama bizi ürkütebilir, korkutabilir ve endişelendirebilir.
Haksız da sayılmayız.
İslam, adalet ve insan hakları anlayışı öyle bir hal almış ki "elinden ve dilinden emin olma" manasına gelen Müslümanlardan korkar olmuşuzdur.
Siyaset ve rant için dini değerlerin nasıl kullanıldığını midemiz bulanarak izlemekteyiz.
El emin olan bir peygamberin ümmeti ile günümüz Müslümanları aralarında dağlar kadar fark var.
Kur'an ve sünnette sadakat ise çıkar ve menfaatler dışında uyulduğunu görmek nerede ise imkânsızdır.
Peki bu hal doğru müdür?
Hud süresindeki "Emir olunduğun gibi dosdoğru ol" ayeti ile doğruluk konusunda peygamber uyarılıyorsa, peygamberlerin amcaları, çocukları, babaları ve eşleri dahi ayrıcalıklı değilse" kızım babana güvenme" deniliyorsa, yanlış olduğu bir gerçektir.
İslamin özü, Müslümanlığın esasi ve Allahın kesin emri adalet ve adil olmadır.
Adaletin olmadığı bir yerde dinden söz etmek nerede ise imkânsızdır.
Toplulukları yıkan ve ya yücelten şey adalettir.
Mülkün temeli olan adalet islamın ta kendisidir.
Adalet ve insan hakları kişiye veya siyasi görüşe göre farklılık gösterilirse adalet değil zulümdür.
Hz. Ömer(ra) çok sevdiği dostunu Mısıra vali tayin etmişti.
Vali islamın şiarı olan bir cami inşa eder. Caminin bir kısmı yahudi kadının arazisine girer. Vali tüm tekliflere rağmen kadını ikna edemez ve camiyi inşa eder.
Ücreti fazlasıyla aldığı halde arazisi üzerinde cami yapıldığı için kadın çok üzgündür. "Kimi kime şikayet ederim" mantığı ile çaresizdir. Durumdan haberdar olan diğer Müslümanlarda bu durumdan rahatsızdırlar. Halife Hz. Ömer(ra) şikayet etmesi için kadını ikna ederler.
Çaresiz kadın ümitsiz biçimde Müslümanların tavsiyesine uyar Medine'ye gidip halifenin huzuruna varır ve durumu anlatır.
Hz. Ömer(ra) ona "ben Noşirevandan daha adilim" yazılı bir ferman verip valiye götürmesini söyler.
Yazıyı görünce bunca zahmetin boş olduğu zanina kapılarak daha da ümitsiz olur ve evine kapanır.
Komşularının ısrarı ile mektubu valiye götürür.
Mektubu alan vali rengi sararır ve bulunduğu yere yığılır. Kadın hayretler içinde kalır. Kendine gelen vali kadına " beni af etmen için ne istersin?" Kadın şaşkındır bir şey demez ve vali "getirdiğin mektup ne manaya geldiğini bilirmisin? Kadın "hayır" deyince vali kendisi ile Hz. Ömer in ticaret için gittikleri Nuşirevanin memleketinde başlarına gelen olayı ve adalet için Nuşirevanin oğlu ile vezirini idam ettiğini anlatarak "bu mektup benim idam fermanım seni basil razı ederim?" Diye kadına yalvarır.
Şaşkınlığı daha da artan kadın "dininden olmayan bir Yahudi ve de cami için valisini feda eden bir din ve ona sadık İnsanlar der iman getirir Müslüman olur ve arsayı camiye bağışlar.
İslam tarihine baktığımızda bu ve buna benzer olayları fazlasıyla görmek mümkündür.
Ya günümüz?
Maalesef
Dava ile cüzdan söz konusu olduğunda cüzdanı tercih edildiği gerçeğidir.
Makam sahibi olan nice mücahitlerin müteahit olduğu, kat, yat, saray ve gemicikler yetmez halde geldiği bir gerçektir.
İnsanların adalet için Avrupa insan hakları mahkemesine başvurması ve davayı kazanmaları ise en utanılacak bir durumdur.
Dini kullanıp varlıklar elde edenlerden elbette Allah hesap soracaktır.
Adaletten sapan bir düzeninin başındaki kişi evliye da (ki evliya böyle bir duruma asla müsade etmez) olsa islamla alakası ve davaya sadakati yoktur.
Islam günümüze kadar gelmesi ve insanların hidayetine vesile olmasını altında yatan gerçek adaletten taviz vermemesidir.
Korkarım ki İslami omuzladıklarını, hizmet etiklerini ve davaları olduklarını söyleyenlerin adaletten uzak durmaları islamdan uzaklaşmaya vesile olacak ve bunun vebalı da ahirette çetin olacağıdır.
Adalet: dostların, yandaşların, gönüldaşların yanında düşmanların da "adil idi" dediğidir.