En kötü yönetim, askeri yönetimden iyidir. Son üç gündür sıklıkla ve her kesimden en çok duyduğunuz cümle budur sanırım.
Kim yaptı, nasıl yaptı, niye yaptı. Henüz hadisenin üstündeki duman kalkmadan birçok senaryo yazılmaya başlandı.
Ne olur, nasıl olur kime kadar uzanır diye dumanın dağılmasını beklerken iktidar göz altılara, görevden almalara başladı bile.
Niye az beklemediler demeyeceğim çünkü, biz hadisenin üstündeki dumanın dağılmasını bekleyenler gibi bekleme lüksleri yok onların. Yok, çünkü hala risk altındalar ve hala tehdit bitmiş değil.
Tıpkı bir deprem gibi peşinden yaşanacak artçı depremlerin kimi alıp götüreceği darbe girişiminin seyrinin nasıl değişeceği şu satırları yazdığım ana kadar bile belli değil.
O kadar da değil demeyin, hiç demeyin. Çünkü baksanıza hala Cumhurbaşkanı, “sokakları meydanları terk etmeyin” diye açıklama yapıyor.
Çok mu korkuyorlar? Hiç sanmıyorum ama meydanı da boş bırakmak istemiyorlar. Ve daha da önemlisi iktidar kendisine karşı yapılmış hamleyi halkın büyük desteğiyle yine lehine çevirmiş yakaladığı bu heyecanı bırakmak istemiyor.
“Bu hafta meydanlardan ayrılmayacağız” diyor Erdoğan ve ekliyor “gevşemeye gelmez”. İktidar ve Erdoğan yakaladığı bu lehine gerilimle yayın ortasındaki ok gibi Başkanlığa kadar ulaşır. Ki daha ilk geceden “Erdoğan Başkanlığını ilan etti” diyenlerin sayısı hiç de azımsanmayacak kadar çoktu ve gerçeklik payı da var.
Hatta bu başarısız girişimin sonuçlarının en çok Erdoğan ve iktidara yarayacağından hareketle bunun Erdoğan’ın kurguladığı bir tiyatro oyunu olduğunu söylemeleri de hiç garip değil.
Kimin aklına gelirdi? Yapanların ya da darbenin arka planındaki oyun kurucuların haricinde kimsenin aklına gelmezdi herhalde.
Bundan önceki seksen darbesini 6 yaşımda yaşadıysam da tek bir detayını hatırlamayan, ama postmodern darbe diye adlandırılan 28 Şubat ve benzerlerini çok net hatırlayan ve bilen biri olarak tankların yolları ve sokakların tutulduğu, halkın üzerine ateş edilip katledildiği, kelimenin tam anlamıyla klasik bir darbe girişimini yaşamayı aklımın ucundan geçirmezdim. Ve daha da garibi ve güzeli halkın bu darbe girişimini bertaraf edebileceğini düşünmezdim.
Darbe girişimi ve sonrasında Batman’da yaşananlara baktığımızda dikkat çeken detaylar vardı.
İlk gece meydanda biriken kalabalığın “Ya Allah Bismillah, Allahuekber” demesi garipti. Daha çok Türk milliyetçilerinin sloganı olarak bildiğimiz bu sloganı Batman sokaklarında ilk kez duydum ve bunu kalabalığın yarısının polis olmasına bağladım.
Sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, millet yiyecek ekmek bulamazken tek elden çıktığı aşikar birbirinin aynısı onca bayrağı ivedi bir şekilde millet nerden buldu, kim dağıttı?
İkinci akşam halkın toplandığı Turgut Özal Bulvarına darağacı temsili yağlı urgan asan, “Hizbullah burada PKK nerede, Biji Hizbullah” diye slogan atan, kimsenin tasvip etmeyip arkasında durmadığı bir darbe girişiminin hemen ardından böylesi sloganlarla provokasyon yapanlar kimdi?
Bundan sonra ne olur?
Erdoğan ve Hükümet yakaladığı bu rüzgarı cadı avına dönüştürüp bütün muhaliflerini toplar, başta TSK olmak üzere bütün kurumları muhaliflerinden temizler ki çok hızlı başladı bile. Bugüne değin pişman olduğu ve keşke yapmasaydık dediği ne varsa bu gözaltına aldıklarının sırtına vurur günah keçisi ilan eder. Ve böylece kendisini bütün günahlarından temizler. Örnekleri tek tek medyada görünmeye başladı.
Erdoğan’ı yere göğe sığdıramayan Perinçek, darbe girişiminde bulunan askerlerin Rus uçağını düşüren hava kuvvetleri askerleri olduğunu söyledi bile.
İkinci örneğe baktığımızda ise Cizre ve Sur’u temizlediği söylenen 2. Ordu Komutanı Adem Huduti de darbeci komutan olarak gözaltına alındı.
Adem Huduti Şırnak ve Diyarbakır’daki operasyonları yönetirken Hükümete yakın medya onları yere göğe sığdırmıyordu.
Hendek savaşlarında sivil kayıpların günah keçisi de bulunduğuna göre Hükümet bu günahından da sıyrılma şansına kavuştu.
Özetle algı operasyonu dedikleri tam da budur. Aklımızla oynuyorlar.
“Ergenekon, Balyoz” dediler, onları tutuklayan savcı, hakim polisleri kahraman ilan ettiler sonra “pardon” deyip içeri tıktıklarını masum tıkanları hain ilan ettiler.
“Kürt meselesini biz çözeriz” deyip Dolmabahçe’de mutabakat imzaladılar.
Sonra pişman olup “bunu biz yapmadık” deyip görevlendirdiklerinin üstünü çizip o mutabakatın da günahından arındılar.
Davutoğlu’nu sahaya sürüp onun eliyle yaptıklarının hepsinden pelikan bildirisi diye bir film senaryosuyla arındılar.
Şimdi de darbe girişimiyle yakaladıkları rüzgardan devşirecekleri günah keçilerinin hepsiyle bütün günahlarından yıkanacaklar.
“Suriye ve Mısır’la kavga etmek için çok nedenimiz yok!” deyip darbeci Sisi’yi desteklemeye başlayan bir hükümeti desteklemek için meydanlara çıkan halkın Rabia işareti yapması, İsrail’le dostane ilişkiler geliştirmeye ve Filistin ablukasını meşrulaştıran bir Hükümeti destekleyenlerin meydanlara Hamas bayrağı asması aklımızla oynadıklarının açık örnekleridir.
Tüm bunların üstüne son olarak hepimiz şunu söyleyebilmeliyiz; dünyanın en kötü yönetimi bile darbeyi meşru kılamaz kılmamalıdır. Bu noktada hepimiz darbeye karşı dururken kimin yanında durduğumuzu da gözden kaçırmamalıyız.