Savaşları oğullar değil, analar kazanır!
Doğurarak kazanır, doyurarak kazanır, donatarak kazanır, dua ederek kazanır…
Doğurmaktan doğurmaya fark vardır.
Kimi it doğurur kimi yiğit!
Doyurmaktan doyurmaya fark vardır.
Kimi helal süt içirir kimi illet!
Donatmaktan donatmaya da fark vardır.
Kimi ahlak, maneviyat, ruh ve vicdanla donatır, kimi çirkinliklerle…
Kimi iti yiğit, kimi yiğiti it eder!
Bunun için analar savaşların en stratejik unsurlarıdırlar.
Bunun yanında fiziki olarak da taşın altına ellerini koyarlar.
Aş pişirir, baş devşirir, mermi taşır, yeri gelir silah kuşanırlar.
Belki yeterince dillendirilmemiştir ama tarihimizde sayısız isimsiz kadın kahramanımız mevcuttur.
Önceki gün Hz. Ömer’in hayatını okurken, İran’ın fethinde Sad bin Ebi Vakkas komutasında ki orduda kahraman annelerin rolünü müşahede ettim.
Aklıma Bedir’de Hendek’te, Tebük’te Çanakkale’de ve Filistin’de rol alan kahraman anneler geldi.
Tarihçiler, hep erkekleri yazarlar, hâlbuki kadınlar işin en stratejik boyutundadırlar.
Onları niye yok sayıyorlar?
Yoksa tarihçilerin hepsi erkek mi diye bir soru geldi aklıma.
Ama vicdan sahibi tarihçiler de yok değil.
Afrin savaşı başlayınca, o kahraman anneleri anımsayıp anneme baktım.
14 çocuk doğurmuş, 13’ünü büyütmüş, okutmuş, evlendirmiş, Kuran’ı, dini, diyaneti, vatanı, milleti, imanı öğretmiş, iş, güç, çoluk çocuk, sahibi yapmış…
Belki okul okumamış ama hayatı ve olayları oldukça kapsamlı değerlendirip sonuçlar çıkarabiliyor.
Analığın üçüncü gözü de bizim görmediğimiz birçok şeyi görüyor.
Hemen talimat verdi.
Tüm çocuklarım, buna gelinler, torunlar ve damatlar da dahil hemen Fetih okusunlar.
Bu bir tavsiye değil, emirdir!
Bu emri herkes hemen yerine getirdi.
İkinci emri bekliyorlar.
Ben anamı tanıyorum, çocuğunun tırnağına diken batsa, üç gün uyumaz ama hak batıl savaşında, gözünü kırpmadan, Fetih okuyabilen herkesi cepheye gönderir.
Birileri her ne kadar bu savaşı farklı şekilde anlayıp, anlatmaya çalışsa da annem, işin en doğrusunu anlamış.
ABD’nin kara gücü olarak tabir edilen, onların bayraklarına sarılıp yatan, onların silahını sıkıp, onlardan emir alanlar, cibilliyeti ne olursa olsun, bizden değildir.
Onlar, babalarının 15 Temmuzda beceremedikleri işi tamamlamak için hazırlanıyorlar. Burnumuzun dibine girip palazlanıyorlar.
Bizim harcımız bellidir, büyük şeytandan emir alan devlette, millette bizim değildir.
Dün onlara hizmet eden devleti bulamadıkları için bugün sınırlarımızın dibini silah deposuna çevirmeye çalışıyorlar.
Geçti, kurtuluş savaşında masada olanlar değil, sahada olanlar şimdi başa geçti.
Biliyorsunuz, biz sahada yenilmeyiz onun içinde bu kez masayı sahaya kuracağız.
Yüksek tavanlı salonlarda ki masaları da başlarınıza geçireceğiz.
Müslüman’ım deyip, hala kalbinde kırmızı yıldıza karşı bir sempatisi olanlara da bir ayeti kerime ile cevap vermek istiyorum.
Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir(Bakara 120).
Soru şu, şayet Hıristiyan ve Yahudiler bunlardan hoşnutsa, bunlara bizim kara ordumuz diyorsa, bunlar onlardan mı oldu yoksa bunlar onlardan hoşnut numarası yapıp maşa olarak mı kullanıyorlar?
Yoksa ayeti kerimeyi mi inkâr edeceksiniz?
Her üç sonuç da facia!
Bunu annem anladı ama bazı haram süt emmişler hala olayı anlayamadı…
Biz anamıza güveniyoruz, onun ferasetine, cesaretine, dualarına ve emirlerine…
Bugün fetih okuyun diyor, okuyoruz, yarın fethin parçası olun dese, hiçbirimiz tereddüt etmeyiz Evelallah.
Küfür tek millettir, küfrün tüm ordularına karşı tek başına duran orduya sen yardım et ya Rabbim.
Hiçbir masumun burnunun kanamadığı, kan emicilerin ve onların aparatlarının bertaraf olduğu yarınlar dileğiyle, sağlıklı ve mutlu kalın…