Tıpta anti sosyal davranış bozukluğuna yakalananların tedavilerinin oldukça uzun zaman aldığı ve tedavinin şifa ile sonlanıp sonlanmadığının da net olmadığı genel kabul görmüştür.
Bu cümleye ekleme yapma yetkim olsaydı şöyle eklerdim:
“Anti sosyal davranış ve düşünceyi hayata geçirmenin nice hayatlara mal olduğunun ve tedavisinin elbette ki çok uzadığının farkındayım farkında olmasına ancak ne var ki bu havalarda, bu atmosferde sağlıklı düşünmek ne mümkün.
Köylü kurnazlığı felsefesine paralelcesine yazmak istiyorum. Bir parti tek başına iktidar olsaymış-mış 400 vekil alsaymış-mış teze bakın, masala bakın bir milleti aptal yerine koyma fikrine bakın.
Bir kişi doğru söylüyor, süper zeki. On milyonlarca sayı hata yapıyor, yanlış yapıyor. Dört yüz vekili vermeyerek bu korkunç hatayı yapıyor. Askerin, polisin, sivilin ölümlerine sebep oluyor. Savaş çıkarıyor.
1 Kasım’da kaç vekil istenecek, o bir parti yine tek başına iktidar olabilecek sayıyı bulamazsa o meçhul ve mağdurları oynayan parti bu defa ne olacak?
Yanılan, hata yapan o partiye 400 vekil vermeyen bu milli irade, tekrar sandığa gidip oy kullanma ödevini yerine getirdiğinde, ödevini doğru yapamayıp yine koalisyondan yana olursa nelere hedef olacağız? Hiç düşündünüz mü?
Ölümden öte var mı? Yok olmasına yok da anti sosyal davranış bozukluğu içinde olan hastalar için ölmek billahi ölümden de acı.
Birileri şöyle mi düşünüyor ve düşüncesini hayatlar pahasına hayata geçiriyor?
Yaz vezir fermanımdır sahip olduğum saltanat biteceğine, yıkılacağına on binlerce hayat bitsin, bitirilsin. Değil Türkiye, dünya yıkılsın. Yetmezse kıyamet kopsun kopan ve kopacak kıyamete rağmen, milyonlarca insanın ölmesine rağmen saltanatım ve külliyem sağ olsun derse, diyorsa bu davranış ve düşünceyi, anti sosyal davranış bozukluğu gurubuna koymayıp buzdolabın dondurucusuna mı koymalı? An-la-ya-mı-yo-rum!
Peki, ölümden ötesi var mı? Allah’a yemin olsun ki ölüm vız gelir ölümden korkan ölsün. Ancak hasta ruhlular için ölmek var ya… Ölümden de beterdir.
Allah aşkına saltanatçının yüz ifadesi, mimikleri, donuk bakışları, yalan ve iftiraları, çelişkili ve şehit yakınlarına hakaretleri itirafları, yasaları çiğnemesi skandallara malzeme olması yazdıklarıma, tezime gerek kalmaksızın total olarak kendi kendini ele vermiyor mu?
Kim olduğu? Ne olduğu hakkında? Ne yapmak istediği konusunda?
“Kendisinden önce on bir kiracının huzurla gelip geçtiği o gariban gecekonduda (!) hiçbir sorun yaşanmamışken, davalık ve mahkemelik olmamışken, herkes suçlu, hatalı, hain de bir bu kiracı mı haklı?” demeden, düşünüp düşündürmeden geçemiyorum.
Bu mazlum ve safları gelen giden kandırıyormuş. Ne hikmetse bu mazlum ve saflar en yüksek, önemli, ala makamlara da talip oluyorlar hem de kandırılmaya son derece yatkın bu saf, temiz Allah’ın sevgili kullarıdır, Ne demeli? Bu düşüncelere, nasıl yorumlamalı bu mağduru oynama rollerini?
Baldıran zehri yani “bal şerbeti” içip de sağlıklı yaşayan bu supermenler kelimenin tam anlamıyla yaşıyorlar. Herkesin ve herkesimin ölmeleri pahasına güya kefenlerini giymişlerdi. Yola çıkarken (İpek Gömlekler Grand Tuvalet) olarak mı anlamalıyız bu kefen muhabbetini Vallahi anlamış değilim. Ya siz anladınız mı? Baldıran zehri içip kefen giyenleri, hallerini, davranışlarını gerçekten anlayabildiniz mi?
Hani bir baba oğluna “sen adam olmazsın” demiş. Oğlu da vali olup babasını ayağına çağırtmış.
Güya geçmişte “senden muhtar bile olmaz” demişler. Adam yememiş, içmemiş defalarca, yüzlerce muhtarı ayağına getirtti. Bu ayağa getirtme yetmiyormuş gibi “ispiyonculuk” gibi kutsal (!) bir görevle adamcağızları görevlendirdi. Allah’tan muhtarlar akıllı çıkıp da kendilerine verilen bu mukaddes (!) görevi ifa etmediler.
Adam kulaklarıyla duyuyor, gözleriyle görüyor şehit yakınlarının “kocamın hakkını, kanını helal etmiyorum!” haykırmalarını, TV kanallarında umurunda bile değil, aldırdığı yok.
Ona göre her güvenlik görevlisi ölü adayıdır ve yeri geldiğinde ölebilmelidir. Güya işin fıtratı bunu gerektiriyormuş.
Sözün ve sözcüklerin bittiği, kalemlerin kırıldığı, sayfaların tükendiği, mantığın mantıksızlığa, kardeşliğin düşmanlığa, savaşa geldiği ya da getirildiği noktadayız.
Oldukça üzgün ve gerginim. Millet sus pus halde sesi soluğu çıkmıyor yarın ve yarınlar nelere gebe? Kimse bilmiyor.
“Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” diye bir yoldur gidiyorlar küfre doğru. Kanımca milli irade ile Allah’ın gazabını unutmuşlar gibi. Her gelecek yakındır çünkü gelecek gelecek. Görevlerde sürelidir bir gün biter, kalıcı olan yapılan zulüm ve akıtılan kanlar ile ölenlerdir.
Rahmetli Bülent Ecevit’in sağlığını bilerek bozup yanlış ilaç ve tedavilerle her gün daha da zor duruma sokuluyordu zira amaç doktor raporuyla Başbakanlık görevine son verilecekti. Doktor raporu çok işe yarar yeter ki doğru zamanda cesur doktorlar tarafından ilgiliye sağlam kanıtları da belge olarak gösterip; icraatçının icraatlarını sebep sonuç ilişkilerini de rapora ekleyip o rapor doğrultusunda görevden alınsın.
Çok iyi biliyorum ki anti sosyal davranış bozukluğu yaşayanlar asla sağlıklı karar veremezler, felaketlere davetiye çıkarırlar şekil şemada ve kabristanlarda görüldüğü üzere.
Kalın sağlık ve mutlulukla diyemiyorum. Gün, an ve dönemin sağlıklı ve mutlu olma anı, olmadığını sizler de biliyorsunuz. Allah mazlum ve haklıların yardımcısı olsun değerli Sonsöz okurlarımız.