“Artık elektrik verilmeyecek” haberi okuyunca garip bir duygu karmaşasına düştüm. Haberin altında, “Dicle Elektrik, Ilısu Baraj gölünün altında kalmaya başlayan Batman’ın Hasankeyf ilçesinden ayrılmayarak yaşamlarını halen ‘Eski Hasankeyf’ olarak adlandırılan yerde sürdürmeye devam eden vatandaşları uyardı.” diye yazıyordu.
Elektrik enerjisi üretmek için yapılan barajın suları altına gömülen ve artık adının başına eski sıfatı konulan koca bir antik şehrin, Hasankeyf’in artık elektrik almayacağı ve hala orada yaşayanlara dönük bir uyarıydı. Hasankeyf’e artık elektrik verilmeyecek uğruna sulara gömüldüğü enerjiden mahrum bırakılacak artık. “Artık elektrik verilmeyecek” ve artık…
Hasankeyf yıllardır dimdik duran o antik heybetiyle bize bakıp durmayacak ve biz Hasankeyf’e bakamayacağız artık.
O, yüzyıllara uzanan tarihin yamaçlarında çay içemeyecek, balık tutup kulaç atamayacağız.
Artık küçük Hasankeyfli rehberlerin beş dilde tekerleme gibi peş peşe sırladığı ve bazen hızlı bir rep müziği kıvamındaki tanıtımına tebessüm etmek de olmayacak.
Gençlerin, kendi imkânlarınca çektikleri fotoğraflardan biriktirdikleri harçlıklarıyla bastırıp köprü başında satmaya çalıştıkları broşürlerden de almak mümkün olmayacak artık.
Bir yay gibi camiye ve ardından Hasankeyf kalesine uzanan eski çarşı da ne başımıza şal bağlayıp ne de şapka takıp fotoğraf çekmek de olmayacak artık.
Artık ne misafirlerimiz olacak Hasankeyf’e davet edecek ne de o misafirlerle kıyısında çay içerken, kaleden Dicle’ye inen merdivenlerden çocukken nasıl korkusuzca inebildiğimizi anlatıp gururlanmak mümkün olacak.
Artık sadece bir baraj gölümüz ve o gölden sadece elli yıl üretebileceğimiz elektriğimiz olacak ve biz o elektriği sulara gömdüğümüz Hasankeyf’e vermeyeceğiz.
Fotoğrafını çekmekten bıkkınlığımız da olmayacak artık ve hatta fotoğraflarını çekmeyi özleyeceğiz Hasankeyf’in.
Ne çardaklarında toplanıp yaptığımız kahvaltılarımız ne de sularına gömdüğümüz ayaklarımızdaki serinlik ve o serinlikte ayaklarımızı gıdıklayan balıklarıyla yeni anılarımız olmayacak artık.
Sulara kurulmuş tahtlara gözlerden ırak kaçtığımız sevgilinin elinden tutmak da olmayacak, kalede gezinirken bir mağaranın kuytusunda hızla atan bir kalbin ve titreyen ellerin eşliğinde ateş gibi yanan ve kızaran bir yanaktan öpmek de olmayacak.
İyi bir fotoğraf çekmek ya da çektirmek adına kalenin tepesinde, ölümün eşiğinde afilli fotoğraflar da olmayacak artık.
Ne doğurabileceğiz ne batırabileceğiz Hasankeyf’te güneşi.
Nice savaşların ve akabinde barışların yaşandığı tarih kokan sokaklarında artık çelik çomak oynayamayacak top koşturamayacak çocuklar.
Bilmem kaç yüz yılda bir tarihi ve belleği silinen o çocuklar tarihi sevmeyecek artık. Anılarını sildiğiniz sulara gömdüğünüz o çocuklar tarihi de onları sulara gömen sizleri de sevmeyecek artık.
Artık Hasankeyf olmayacak. Sulara gömüp boğduğunuz koca bir tarihin, sırtınızda, ödenmeyi bekleyen günahlarınızın kefareti olacak.