Terör, bu kez Taksim’de gösterdi korkunç ve kanlı yüzünü. 6 canımızı bizden kopardı, 81 vatandaşımızın da yaralanmasına neden oldu.
Ne desek boş…
Hiçbir şey bu trajedinin gönüllerde bıraktığı boşluğu dolduramaz.
Bu hain ve alçakça saldırıda hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve yaralılarada acil şifalar diliyorum.
***
Pek çok kişi gibi benim de dikkatimi bir haber metni çekti.
Terör saldırısından bir gün sonra 14 Kasım Pazartesi günü New York Times bir yazı yayımladı.
“Terör saldırısının gerçekleştiği İstiklal Caddesi’nin, her yıl milyonlarca turistin ziyaret ettiği ve vakit geçirdiği bir yer” olduğuna vurgu yapıldı ve konu “ölenlerin içinde Batılı biri de olabilirdi” demeye getirildi.
Haberi, canları bizimkinden çok daha değerli (!) okuyucularına aktarırken endişeli olduklarının altını çizmeyi de ihmal etmemişlerdi bu arada.
Aynı günün akşamı gelen sert tepkiler üzerine tahmin edersiniz ki haber siteden ve sosyal medya hesaplarından kaldırıldı.
Gelelim haber metninin ve haber dilinin düşündürdüklerine…
Batının güvenliği için feda edilmesi gereken, ileri karakol görevi gören ve yine Batılının esenliği için vatandaşları ‘aşılanan’ ülkeler için böyle bir dil kullanmalarına şaşırmadım doğrusu.
Çünkü onlarla aynı kulvardadeğiliz, haliyle eşit olmadığımızı düşünüyorlar. Düşünmekle kalmıyor, buna inanıyorlar da. Büyük bir cesaretle direkt yüzümüze söylemekten çekiniyorlar diyeceğim ama görünen hiç de öyle değil.
Batının kültürel kodlarına yerleşmiş, büyüyüp genişleyerek kök salmış olan sömürgeci ve emperyalist gelenek, bahse konu yazıda üstenci bir dil olarak tezahür ediyor.
Bizim gibi ülkeler onlar için egzotik panayır alanlarından farksızdır. Her şey Batılının mutluluğu, neşesi ve keyfi içindir. Bizler ise bu egzotik kurgunun içinde onlara hizmet için varız. Boşluk doldurarak kurgunun ve oyunun devamını sağlıyoruz. Bu sebeple herhangi bir yerde bir bomba patladığında ya da bir savaş durumunda, yaşamı değerli olan ve Batının endişelenmesi gereken asıl “toplum” yine kendileridir. Boşluk doldurmaya yarayan önemsiz figürlerin kaybına üzülmezler. Üzüldükleri tek şey, figürlerin eksilmesi halinde meydana gelecek boşluğun konfor alanlarına zarar verip vermeyeceğidir.
Bizim gibi ülkelerin terör belasıyla uğraşması ve canlarımızın bir bir toprağa düşmesi, herhangi bir maçın skorundan daha az ilgilendirir onları.
Herhangi bir ürünün piyasa değerini ölçer gibi insana da değer biçer Batı. Bu yüzden insan yaşamı hiyerarşiktir onlar için. Sınıflamaya tabi tutulur.
Haber dilindeki çirkinlik ve etik dışılık bundan ileri gelmekte.
Önce değer biçilir. Biçilen değer ölçüsünde kullanacakları haber diline karar verilir sonra.
Suriyeli mülteciler için kullanılan haber dili ile Ukraynalı mülteciler için kullanılan dil arasındaki fark gibi.
Bombanın patladığı yerde endişe duyulması gereken kişiler öncelikli olarak saldırıya maruzkalan ülkenin vatandaşlarıdır, turistler değil. İyi bildikleri şeylerden biri de bu.
Bizleri, elinde tuttuğu çubukla türlü figür eşliğinde dondurma çeviren kırmızı fesli bir dondurmacı olarak –oryantalist bir bakış açısıyla belki- düşleyenBatı için değersiz bir toplumuz.
Sadece hayatları değil, ölümleri de bizim ölümlerimizden değerlidir.
Bu nedenle toplum olarak bizleri konumlandırdıkları yere göre bir dil seçmelerinde şaşılacak bir taraf görmüyorum.
Öfkeye kapılıyoruz haklı olarak.
İşleri bozulmuş, dükkânının önüne sandalye çekip endişeli gözlerle müşteri bekleyen esnaf gibi “Tadını çıkarın, aşılıyım” reklamları eşliğinde turistleri ülkemize davet edişimiz geldi aklıma yazının tam bu yerinde.
Kılıktan kılığa girişimiz bir de…
Hatırladıkça kahroluyorum.
Çünkü Batı yakasında bir şeylerin değiştiğine dair emare yok.