Bu çağın insanı… Başı efsunlu. Aman geceleri is karası. Gülmeyi kendine hakaret saymış. Biraz düşlerine sarılsa gerçekler yüzüne çarpılmış. Aman efendim. Size kim ne derse desin. Ben size güzel şeylerden bahsedeceğim. Bu yazıyı okuduktan sonra kalbinizdeki puslu havaya elveda dedirteceğim. Dünyayı biz kurtarmayacağız öyle değil mi? Yaratılmışları razı eylemeğe de gelmediğimize göre? Yada bir insan olarak orkestra olamayız. En hoş sesi çıkaralım evet. Ahengi tutturamadığımızda ruhumuzu hırplamayalım ama. Bunun az biraz kadere imanla da ilgisi var. Yani şöyle ki bazen bir şeyi her şeyden çok isteriz. Ki genelde çok istediğimiz şey hayata tatlı gelir. Bizden kaçırır diye düşünürüz. Ah canım… Ah sevgili okurum… Ah ciğerim... Hayat, bizim dertlerle mücadelemizi seyretmek ister. En güzel alkışı ise dertleriyle mücadeleyi bırakıp dans edenler alır. Bu dansla tüm insanlara ilham olanlar, işte onlar unutulmaz. Ah en sevdiklerim. Beni okuyorsan seni de çok sevdiğimi bil. Çünkü yazmak okurla göz göze gelmek gibi. Ve ben gözlerinin gülmesini arzuluyorum. İstiyorum ki maviyi baktığımızda aynı şeyleri hissedelim. Yo. Hayır bunu istemiyorum. Hislerde parmak izi gibidir. Şahsa özel. İstikrar seviyemi görüyorsun değil mi? İstiyorum ki maviyi farket. Hisset. Sev. Hissedeceğin şey sana kalsın. Zira bize kalan şeyler hep en özel ve değerli olanlardır. Dans demişken… Düşünsene herkesin içinden çalan şarkıyla dans ettiğini… Bence en azından herkesin hayatında bir kere denemesi gereken bir şey. Belki bir sokak ortasında yada nerede olursa. Bunu bir kere yaparsa insan belki her yere beraberinde taşıdığı demir parmaklıklarından kurtulur. Çünkü insana kendi kötümser duyguları ve ön yargılarından kurduğu zindanlıklarından daha büyük hapishane yok. En uzak sürgün olmaz dediğimiz ihtimallere olmazlar ekleyerek umudu hayatımızdan uzak tutmaktır. Başka şekillerde mutlu olacağımıza ihtimaller vermemektir. Nerden biliyorsun çiçeğim? Kaderi sen yazmadın ki… Tüm zindanlar ve beyaz güvercinler içimizde. İster düşlerimize bir kilit vurur bize ne yapmamız gerektiğini söyleyen zorbalara boyun eğeriz. İstersekte sokak ortasında ritim tutar düşlerimize bir güvercin yollarız. Böylece kanatlarımıza yön veren düşlerimiz olur, sürü değil. Beni anlıyorsun değil mi? Çünkü ben seni o kadar iyi anlıyorum ki. Zira insan, düz yolda yürürken dizini kanatan tek canlı. Neyse kaygın, sızın, pişmanlığın yaptığın ve yapamadığın şeylerden doğan… Kırıklıkların ve sancıların… Bir eksik bir fazla insanız ciğerim. Yerde gördüğümüz ekmeği üç kere öpüp başımıza koyduktan sonra yükseğe koymuşuz. Önce kanamış dizimiz sonra koşmuşuz. Kaç geceler yalnız ağlamışız. En az bir kez sevilmemişiz. Çok kez incitilmişiz. Çarpıp çıktığımız kapıların ardında birlikte beklemişiz. Ama yine bir çocuğun başını okşayan biz olmuşuz. Buda yetmezmiş gibi birde kırmışlar bizi. Ama evin küçüğüyseniz, üstüne kalbi kırık bir şekilde ekmek almaya yollanmışız. Kalbim kırık anne diyememişiz. Neyse edebiyat yapmayı sevmem bilirsin. Uzatmayıda. Sonuç olarak insanız. Şükür ki insanız acı, tatlı tüm olanaklarıyla iyi ki insanız. Tüm ihtimalleri taşıdığımız için tüm şanslı hissetmelerim. Sende öyle hisset. Şanslısın çünkü tüm ihtimaller bağrında. Kainatta her canlıya belli bir yol çizilmiş aynı sokaklardan geçmesi istenmiş. Limon ağacıysan bu toprakta yeşerme şartı konulmuş. Başka toprakta boy veremezsin denilmiş. Fazlasına yetecek gücü yok. Ama sen… Toprağını seçme, arama ve arama özgürlüğün var. Korkularını yıkmaya muktedir baltalar senin ellerinden geçmiş. Neyden çekiniyorsun hala? Pişman olmaktan mı? Ah canım! Bu boş bir kağıt ve sen doldur. En azından kendi ellerinle pişman ol. Kendi düşlerinin esiri belki senaristi ol. Ötekinin senaryosuna dahil olamayacak kadar kıymetlisin. Hikayende öyle. Henüz yürüyemediğim ama yürüme ihtimalimin olduğu sokakları hayal ederek uyuyacağım bu gece mesela. Ömrüm gerçekleştirebileceğim kadar uzun olmasa bile düşümün adını koymalıyım. Sen de bir düş adı koy bu gece hayatına. Sevgiler…