Şu aralar moda bir ifade daha türedi, önüne herkesin ağzında “hem devletten maaş alıyor hem de..” diye başlayan ve dersin ki devlet onları hayrına besliyormuş gibi bir algı üstüne kurulu aptalca bir yaklaşım. Özellikle barış için 2 bini aşkın akademisyenin imza atarak yayınladığı basın açıklamasının hemen ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o akademisyenleri hain ilan etmesi ile daha da artan ve devletin verdiği maaş üzerinden minnet ettiği “hem devletten maaş alıyorlar hem de..” diye başlayan cümleler sanki devlet memuruna işçisine öğretmenine emeğinin karşılığını değil de sadaka veriyormuş gibi bir algı yaratıyor. Bir babanın oğluna harçlık vermesi gibi bir hal sanki. Kamu kurumlarında çalışanlara ödenen maaşlara, nicelik olarak harçlık gibi olsa da, nitelik olarak harçlık muamelesi çekilmesi devletin vatandaşına ve çalışanına bakış açısının resmidir. Hani boşa değil “Devlet Baba” ifadesi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ataerkil feodal toplumların babaya biçtiği rol üzerinden adını alıyor ve toplumun o sığ toplam aklında, Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığına oturduğundan “Tayyip Baba” olarak adlandırmaya başlıyor. Hani devlet açıkça şunu demeye getiriyor: Benim kurumumda çalışıyorsan bırak beni eleştirmeyi bana toz kondurmayacak, ne yaparsam arkamda duracaksın. Yoksa harçlığını da keserim seni evden de kovarım. Başlattığım veya sürdürdüğüm savaşa itiraz etmek haddine değil… Ben ne yapıyorsam itirazsız kabul edecek ve destekleyeceksin. Ben ne diyorsam onu diyecek ne savunuyorsam onu savunacaksın. Aksi halde hainsin, teröristsin. Duyamayan kalmadı malumunuz barış için akademisyenler bir bildiri yayınladı, devlet ve devletin bütün kuvvetlerince onlara söylenmedik, edilmedik hakaret kalmadı. Kapıları mühürlendi, soruşturma açıldı, görevden alınanlar vs. Topyekûn bir savaş açıldı onlara. Ne dedikleriyle birlikte ne demedikleri üzerinden yerden yere vuruldular. Daha da komiği şu ki hemen karşı bir cephe açılarak kendilerine Türkiye için akademisyenler diyen bir grup akademisyen tamı tamına 2 bin 71 akademisyen, barış için imza atan 2 bin 238 meslektaşına alçak demiş, hainlikle suçlamış, devletin onlarca sivilin kaybına rağmen sürdürdüğü savaşı desteklediğini ilan etmiş. “Türk Devleti’nin ve Türk Milleti’nin bekası ise bu ülkenin imkânları ile yetişen bir akademisyenin tarafsız olması elbette düşünülemez” dedikleri açıklamada barış için imza atanların, devleti işkence ve katliam yaptığını söylemesini eleştirmiş ama daha çok ne söylemedikleri üzerinden hakaretler etmiş. Akademisyenin neye taraf olabileceğini de kendince ifade eden bu 2071 kişi “Anayasa’mızda tarifi yapılan demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’dir” derken 1982 darbe anayasasını kendine ölçü almış, devletin, tartışmasız demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu kabul etmiştir. Devletin bile hoşnut olmayıp değiştirmeyi gündemine aldığı 82 Anayasasını kendine referans alıp savunmuştur. Halin tam ifadesiyle devletten çok devletçi kesilmiş 2071 akademisyen. “Sur'da, Silvan'da, Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de ve daha pek çok yerde yapılan operasyonlara destek veriyoruz” diyorlar üstüne basa basa “sonuna kadar” diye belirtiyorlar. Komik olan şu ki “Türkiye Cumhuriyeti’nin belirlediği esaslar çerçevesinde barışı sağlamak için üzerimize düşen her türlü görevi yerine getireceğimizi taahhüt ve ilan ediyoruz” derken, barış dahi olsa devlet istemiyorsa istemeyeceklerini ve sorgulamaksızın devletin sürdürdüğü bir savaşı ne pahasına olursa olsun destekleyip, o savaşın yanında olacaklarını, akıl ve vicdanlarını bir darbe anayasası ve devletine teslim ettiklerini itiraf ediyorlar. Ne kadar acı değil mi? Bu akademisyenlerin üreteceği bilim ve siyasetten ne beklersiniz ki. Ben kendi adıma hiçbir şey beklemiyor ve onların üreteceği şiddet ve faşizmden Rabbime sığınıyorum.