Apar topar yetiştiğim Mardin dolmuşuna biniyorum. Karşımda bir yazı: ‘Birazdan sende herkes inip gibi bırakacaksın beni.’ Aman Yarabbim… Onca yolculuk yapmıştım. Fakat hiçbir dolmuşla böyle duygusal bir bağ kuramamıştım. Yazısız bir kuraldır. Bu coğrafya sınırlarında yalnız bir kadın olarak yapacağın yolculuklarda pek çok koruyucun vardır. Sadece kadın değil. Yabancıysan, düşkünsen ve bilmiyorsan… Sana uzanan eller görürsün. Şoförün hemen arkasında bir yer boş. Yan koltukta bir beyefendi var. Muavin o yolcuyu en arkaya oturtuyor. Bana dönüp “Yanınıza bir hanfendi oturtacağım” diyor. Anlaşılan bu yolculukta en büyük muhafızımız muavin olacak. Sevgili muavin kardeşim sen kadın hakları diye meydanlarda bağırmasan da olur. Zira gerçek kahramanlar gizli ve sadece işlerindedir. Dolmuş hafiften sallanıyor. Arkadan hafif oynak bir Kürtçe şarkı eşlik ediyor. En son ne zaman bu denli yöresel hissetmiştim hatırlamıyorum. Pencereden dışarıyı izliyorum. Bu topraklara has kahverenginin tüm tonları. Dağlara baktıkça dağlanan yüreklerinizi hissediyorsunuz. Oysa şarkı eğlenceli. Her duygunun yerini bulduğu gerçek insanlar diyarı: Mezopotamya… Muavin arada geliyor: “Kahve içiyorsun hocam?” Hocam demesine takılıyor zihnim. Henüz atanamamışım. Neyse diyorum içimden siz beni atamasanız da olur halk tarafından atandım. Soru eki olmamasına takılabilirsiniz. Burada soru eki yok efendim. Tonlamayla konuşur insanlar. Cümlelerine duygularımızı sıkıştırır. Soru eki olmaması burada cümlenin anlamını bozmaz. Fakat duygun yoksa her şeyin anlamı ortadan kalkar. Ansızın aklıma Bursa’da yaptığım bir yolculuk gelmişti. Susamıştım. Fakat muavin amca yaşlı olduğu için suyumu kendim almıştım. Hatta başkalarının önüne eğilmesi bile zoruma gitmiş. Orada bulunanlara “Utanmıyor musunuz bu adamcağızı yormaya” diye çıkışmamak için kendimi zor tutmuştum. Neyse sakin ol Sena. Sanırım içimden en çok tekrarladığım cümle bu. Yolculuğumuza geri dönelim. Evet Midyat tarafında yanıma beyaz tülbentli bir teyze oturuyor. Biraz kilosundan ötürü koltuğumu paylaşmış olabilirim. Çantasında ki son naneli şekeri bana uzatıyor. Gel teyzem koltuğumun diğer yarısı da senin olsun. Canın sağ olsun. Kimlik kontrollerini yapmak üzere durduruluyoruz. Kontroller kimlikten önce gözlerle yapılıyor. Burada bakışlar birçok konuşmayı gereksiz kılıyor. Güvenlik bölgesinden güvenli bir şekilde ayrılıyoruz. Toroslar göz kırpıyor yolumuza. Güneş ışığı başakları teğet geçip yüzümüze değiyor. Dağa, taşa, toprağa dokunur gibi geçiyoruz yollardan. İçimde büyüyen bir dosta kavuşmanın arzu ve heyecanı yerini sevince bırakıyor. Şair’in söylediği: “ Yaşamak güzel şey doğrusu” dizesini hissediyorum iliklerimde. Daha ne olsun. Bir koyun sürüsü daha kesiyor yolumuzu. Şoför sabırla salına salına giden koyunlara yol veriyor. Hoşgörünün, saygının hakim olduğu farklılıkların toprağında çiçekler yeşerttiği Mardin’e gidiyorum. Yezidi kahvesinde başka, dibek kahvesinden başka tat alıyorum. Mırra acıtsa da damağımı Fırat’ın derde deva suyu ile buluşuyorum. Varmadan içimde büyüttüğüm aşk ile yoluma devam ediyorum. Zaten öyle değil midir? Aşk ile koyulduğumuz yollar… Aşkımız değil midir herkes için taş olan o yolları kolaylaştıran. Bununla da kalmayıp yolu da aşk kılan. Yolu da varacağımız hatırına sevdadan saydıran. Aşkımızdan başka nedir hayatları yaşanılır kılan… Uzadıkça yolculuğum coşkum büyüyor içimde. Sabrımı sevdiriyor bana yolları. Elbette varacağım dost sabrımı sevmemde en büyük etken. Merhameti ayaz gecelerimde bir örtü misali üzerimi örten dostuma gidiyorum. Benim yolum aşka, merhamete, saygıya ve hoşgörüye çıkıyor… Tüm yollarımızın aşka, merhamete, saygıya ve sevgiye çıkması dileğiyle…