Gazete sayfalarını çevirirken okuduğum haberler içime bulanık bir koku saldı.
Bir “masal”la beynimin akislerini yansıtmak istedim.
Bir varmış bir yokmuş…
Evet sonra ne olmuş.
Hep tarih tekerrür edermiş bir mahallede.
Akıllanmayan bir mahalle…
Bu sefer farklı olmuş her şey.
Ne mi olmuş?
Bir adam ve komşusu arasında geçermiş bu masal.
Bu adama komşusu maddi manevi destek olurmuş.
Bu adam ise fenalığından her gün komşusunun kümesinden altın yumurta çalarmış.
Fakat ne olduysa o gün olmuş.
Aniden yumurta altın sarısından, rengini beyaza dönüştürdüğünü görmüş.
Masal bu ya, hayret etmiş adam ve çok korkmuş.
Bir de ne görsün!
Her bir yumurta renk değiştirip yılan yavrularının doğmasına sebep olmamış mı?
Mahalleyi yılanlar sarmış.
Mahalleli toplanıp: “Buna bir çözüm bulmalıyız.” demişler.
Brezilya’ da yılanların çok olduğu bölgeye, Yılan Adası’na, göndermeye karar vermişler.
Hırsıza gelirsek o da cezasını ağır bir şekilde çekmeye başlamıştı.
Özetle anlattığım masalın sonunda, gökyüzünden elma değil de üç gül düşmüş!
Biri doğru yolda yürüyenlerin üzerine düşmüş, biri de içten iyilik yapanların kucağına düşmüş,
Ve en son gül adil yaşayanların avuç içlerine düşmüştü.
Onlar ermiş muradına biz dönelim gerçek hayata…
Çok şaşırtıcı bir masal değil mi?
Acaba bizler hayatımızda bu durumları yaşamış mıydık?
Evet ağır kokularda boğuluyoruz.
Fakat, çözüm kendimizden başlıyordu.
Herkes kendi sorumluluğun bilincine varmalıydı.
Zira hayat yolunun dik yokuşları sarp akabeleri ancak bununla aşılabilirdi.
Sorumluluk bilinci iyileştirir insanı, denemeye değerdi.
Aileme, komşuma, akrabama, arkadaşlarıma, özellikle bir çocuğa ve yaşlı bir insana karşı sorumluluklarım vardı.
Hatta eşyaya, tabiata yürüdüğüm yola bile karşı sorumluluklarım vardı.
Her bir insan mücevher ise insan olmanın güzelliğini dünyaya yansıtmayacak mıydı?
Bu dünyaya güzel bir iz bırakmayacak mıydı?