Günlerdir her gece bıraktığı çayhane köşesinde öyle öksüz duruyor.
Sahibi gibi yorgun bir sandık.
Yorulur mu bir boyacı sandığı?
Evet, boya sandığı Meheme’ninse yorulur.
Hem de ne biçim…
Çünkü Meheme, yorgun, hasta ve çaresiz.
İçinde fırça, boyaları günlerdir sahibini bekliyor boya sandığı.
Çünkü Meheme bir haftadır işe çıkmıyor.
Boyacı Meheme bu ara çok hasta.
Yoğun bakımdan çıktı ama ameliyat olması gerekiyor.
Beş sene vardır kendisi ile tanışıklığımız.
Yazı konusu çektiğimde hızır gibi karşıma çıkıyordu.
Bugün yazımın konusu, yine boyacı Meheme.
Tanımayan için yine kısa bir bilgi vereyim.
Meheme çok eskiden peronun yanında ayakkabı boyacılığı yapıyordu.
Sonra Diyarbakır Caddesi Nasıroğlu İş Merkezinin önünde ayakkabı boyacılığına başladı.
Hem Türkçesi hem Kürtçesi Diyarbakır lehçesiydi.
Diyarbakır’dan Batman’a göç etmiş ailesi.
Kendisi sara hastası ve işitme engelliydi.
Eşi ise yarı felç ve tekerlekli sandalyeye mahkumdu.
Yaşamında çok zorluklar çektiği, her halinden belliydi.
Sağlığına dikkat etmiyordu.
Çok sigara içiyor, iyi beslenmiyordu.
Bu dünyadaki en sadık arkadaşı Koçer Sadullah’ın ölümü onu çok üzmüştü.
Bir türlü unutamıyordu.
Ne zaman karşılaşsak onunla ilgili anılarını anlatırdı.
Her karşılaştığımızda mutlaka Kürtçe “min helal bike, belki ez bimrim em hev nebinin” (hakkını helal et belki ölsem görüşemeyiz bir daha) diyordu.
Ölümden mi korkuyordu, ölüme yakın durduğunu mu hissediyor bilemiyorum.
Ama her seferinde bunu tekrarlıyordu
Uzun konuşmayı sevmez veya belki de becermezdi kısa ve anlamlı konuşurdu.
Her akşam kazandığı para ile evin ihtiyaçlarını alıp evin yolunu tutuyordu.
Yükü sadece akşamları değil her zaman ağırdı.
Eski sağlığına ne zaman karışır, boya sandığının başına ne zaman geçer bilmiyorum.
Ama her fırsat bulduğumda gittiğim çay ocağının bir kenarında duran sandığını gördüğümde gözlerim doluyor.
Sandık o kadar yalnız, o kadar yorgun ve o kadar öksüz duruyor ki hüzünlenmemek elde değil.
Meheme’nin yaşama dair tespitlerini ve gözlemlerini çok önemsiyordum.
Onunla bu yönde sohbetlerimiz oluyordu.
O da sohbetlerimizi çok seviyor, mutlu oluyordu.
Elinden sadakanın sadakasını az yemedim, taze fırın ekmeğini birlikte bölüştüğümüz oldu.
Ta ki fırıncı, ekmek sadakasını kesene kadar.
Meheme tam bir emekçiydi, elleri çalışmaktan çatlamış, boyalardan kömürsü bir siyaha kavuşmuştu.
Sürekli yanında yara bandı vardı.
Yaralı ellerini kendisi pansuman ediyordu.
Hastaneden ne zaman çıkacak gelip, boyacı sandığının başına ne zaman geçecek onu meraktayım.
Sandığı da, biz de onu çok özledik.