Ölümün yağmur gibi yağdığı bu dönemde ‘ölüm girdabı’ demeyip de ne diyelim, başka aklıma bir şey gelmedi.
Belki ‘ölüm yağmuru’ da diyebilirdik. Girdap veya yağmurun çok da önemi yok, ölüm bizi esir almışken ve her gün anaların gözyaşları akarken…
Öncelikle Ankara katliamını kınıyorum ve lanetliyorum. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
İnsanlık dışı eylemde kimin parmağı varsa sonuna kadar gidilmeli, sorumlular hesap vermelidir. Ama aynı şekilde bu eylemi önleyemeyen etkili ve yetkililere de bu hesap sorulmalıdır.
5 ayda 3 bomba Ankara’ya çok ağır değil mi?
Ben Ankara katliamının acısını derinden hissediyorum. 37 Vatandaşın ölümünü zihnen ve ruhen yani tüm benliğimle yaşıyorum.
Ama aynı acıyı Sur’da, Nusaybin’de, Silvan’da, Cizre’de yaşamını yitirenler için de hissediyor ve yaşıyorum.
Ölümün, acıların dili, dini, rengi olamaz. İnsan bir başka insanın acısına, ölümüne sevinmemelidir. Seviniyorsa, ölümler yarıştırılarak siyaset yapılıyorsa orada insanlık bitmiş demektir.
Ötesini de konuşmaya gerek yok.
***
Bu coğrafya yani Güneydoğu, 1984 yılından bu yana en mutlu dönemini çözüm sürecinde yaşadı. Neredeyse 3 yıl ciddi bir olay olmadı. Provokasyonlar oldu ama toplumu sarsmadı. Hem devlet hem örgüt çizgisini bozmadı.
Önce Suruç katliamı, sonra Ceylanpınar’da 2 polisin katledilmesi…
2 günde olay tersine döndü.
2015 Temmuz ayında başlayan çatışmalı dönem can almaya devam ediyor. Öyle ki, kadın, çocuk, yaşlı, genç dinlemiyor. Her gün onlarca insan yaşama veda ediyor.
Esnaflar perişan…
İş adamları kaygılı…
İşçinin tadı yok…
Memur tedirgin…
Öğrenciler karamsar…
Her haliyle bir çöküş ve yıkım var.
***
Hem devlete hem de PKK’ye sorulacak birer sorum var.
İlk sorum PKK’ye...
Madem çözüm sürecine evet dediniz Sur, Cizre, Nusaybin, Silvan, Dargeçit ilçelerini neden silah ve patlayıcılarla doldurdunuz?
Eyy Hükümet yetkilileri, Eyy Devleti Alii…
İlçe merkezlerine bu kadar silah ve patlayıcı yığılırken, neredeydiniz? Neden göz yumdunuz?
Niyetler, halis mi yoksa politik mi kararı siz verin.
***
Gelelim hendek siyasetine…
Hendek siyaseti bu millete reva mı?
1990 yılında yaşanan göç olayının ceremesini halen yaşamıyor muyuz?
İnsanlar evlerinden barklarından olmadı mı?
Yoksulluk, fuhuş, uyuşturucu, hırsızlık, çeteleşmeler artmadı mı?
Bölge şehirleri onlarca varoş doğurmadı mı?
Bu kez farklı bir yöntem uygulanıyor ve yıkım farklı bir şekilde gerçekleşiyor.
Sur’da, Cizre’de, Silvan’da, Nusaybin’de, Silopi’de, Yüksekova’da yaşanan ve başka yerlere de sıçrama ihtimali bulunan olayların sonrasını düşünen var mı?
Evinden yurdundan olan, derbeder konumuna düşen insanlara el uzatılacak deniyor. Peki, hangi ölçekte el uzatılacak?
Yeni bir yere taşınan insanların oraya adaptasyonları sağlıklı olacak mı?
Çözülme gösteren bölge ekonomisi nasıl canlanacak?
Toplum arasında oluşan fay hatları nasıl durdurulacak, kızgınlık ve kırgınlıklar nasıl giderilecek?
Olay, hendeklerin kapatılmasıyla bitmiyor.
Sonrasını da hesap etmek lazımdır.
1990’lı yıllar kötü bir örnek olarak karşımızda duruyor.
***
Hendek siyaseti, eğer halkı çatışmaya dahil etme çabasıysa bu çaba iflas etmiştir. Halk, çatışmaya prim vermemiştir. Halk, Barış ve demokrasi haykırıyor.
Devletinde buradaki katı ve sert tutumunu benimsemek mümkün değildir. Şehirlere mehter marşıyla girmek, duvarlara yazılar yazmak, kartal-aslan içerikli paylaşımlar yapmak bir kazanım sağlamaz. Küskünlük ve kızgınlığın dozajını arttırır.
Öz yönetim söylemiyle çıkılan ama binlerce gencin ölümüne neden olan hendek siyaseti amacına ulaşmadığı gibi halkı evsiz, yurtsuz bırakmış, can vermiş, çaresiz bırakmıştır.
Öz yönetim nedir?
Aşamaları nedir?
Neyi amaçlıyor?
Bu sorulara halkın yüzde kaçı cevap verebiliyor?
Öz yönetimin hangi ayağı tamamlandı ki; öz yönetim ilanı yapılıyor?
Sembolik ise mesele, yarattığı tahribat çok ciddi ve ölümcüldür.
Bölgede yaşayan çocuklar Vietnam ve Kamboçya’da geçmişte yaşanan savaş döneminin aynısını yaşayarak büyüyor.
Bu çocuklara reva mı?
Bu çocuklar sağlıklı büyüyebilir mi? Topluma adaptasyonları sağlıklı olabilir mi?
***
Hendek siyasetine hemen son verilmeli, çözüm sürecine geri dönülmelidir. Sur’da, Silvan’da, Cizre’de, Silopi’de sonuç veremeyen hendek siyaseti, Yüksekova, Şırnak ve Nusaybin’de de sonuç vermez.
Yüzlerce genç yaşamından olacak.
Yazık ve günah…
HDP Türkiye genelinde barajları yıkarken, gelinmesi gereken nokta bu olmamalıydı. Çözüm sürecine bölgedeki kesimlerin tamamı katılım sağlamalıdır. Devlet, çözüm süreci konusunda net ve şeffaf olmalıdır. Aracı ülkeler olmalıdır. Çözüm süreci sağlam bir mutabakata bağlanmalıdır.
Tarihte, baskıyla, dayatmayla zafer kazanan ne bir örgüt ne de bir devlet vardır.
Nevroz’a sayılı günler var. 2013 Nevroz’unda başlayan ama sonu getirilemeyen çözüm sürecine bu Nevroz’da yeniden ‘merhaba’ diyelim.
Canlar yere düşmesin, analar ağlamasın.
Özellikle Güneydoğu 'ölüm Girdabı' olmasın.
Güneydoğu ile birlikte tüm ülkeye bahar ciddi anlamıyla gelsin. Canlar ölmesin, canlar anaların kucağında yeşersin...!
Ölümsüz ve barış dolu günler dileğiyle, dostça kalınız...