Tüm dünyada ve ülkemizde su ve ekmek kadar barışı arzuladığımız ihtiyaç duyduğumuz zor bir dönemden geçiyoruz.
Başımızda o kadar çok sorun ve problem var ki 1 Eylül Dünya Barış Günü’nünde bile barışı unutur olduk.
Barışa o kadar çok ihtiyaç olmasına rağmen yaşanan problemlerden ötürü çoğunluğun kelime olarak barışın ne olduğunu bilmediği bir dönemde yaşıyoruz.
Buna rağmen tüm insanlık tarafından arzu edilenlerin başında öncelikle barış gelmektedir.
Barış, büyük anlaşmazlıkların, çatışmaların küskünlüklerin, uyuşmazlıkların arasında yapılan anlaşmadır.
Bu nedenle barış, evrensel düzeyde bir öneme sahiptir.
Barış varsa huzur vardır.
Barış varsa kalkınma vardır.
Barış varsa kan ve gözyaşı yoktur.
Çatışma ve savaş yoktur.
Açlık, yoksulluk ve yıkım yoktur.
Yerinden ve yurdundan göç yoktur.
En önemlisi de annelerin feryatları ve gözyaşları yoktur.
Küskünlük ve kırgınlık yoktur.
Bu yüzden barışa hizmet edenler benim için dünyanın en saygın insanlarıdır.
Barışı savunanlar çoğaldıkça savaş isteyenlerin gücü ve oyunları azalmaktadır çünkü.
Bu yüzden yaşamım boyunca barışa çok önem verdim hep.
Her fırsatta ve şartta, barıştan ve insan haklarından yana oldum.
Bu nedenle her fırsatta yazılarımda hep barışa vurgu yapmışımdır.
Yıllardır 1 Eylül Dünya Barış Günü gelmeden de hep bir heyecan uyanır bende.
Ama itiraf etmek gerekirse yaşanan felaketlerden, savaşlardan ve etrafımızı saran koronavirüs belasından dolayı 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün gelişini unutmuşum.
Bu yazımın, gazetemizin internet portalında 1 Eylül’de yayınlanacak olsa da kâğıt ortamında 2 Eylül’de yayınlanmasının nedeni de Dünya Barış Gününü 1 Eylül’den önce hatırlamamış olmamdır.
Normalde tam da gününde çıkması için 1 Eylül Dünya Barış Günü ile ilgili yazımı her sene olduğu gibi bu sene de 31 Ağustos’ta yayınlamış olmalıydım.
1 günlük bir gecikmeyi başımızdaki çevre felaketleri ve korona belası nedeni ile dalgınlığıma verin.
Yoksa barışı istememizdeki ısrarımız sürüyor.
Barışın hiçbir maliyeti ve zararı olmamasına rağmen onu savunmak ve gerçekleştirmek her bireyin olduğu gibi bizim de öncelikli görevimizdir.
Barışı savunmanın elbette belli riskleri vardır.
Barışı istemek, en çok da savaşta ısrar edenlerin zoruna gitmektedir.
Dünyadaki karmaşaya ve iç çatışmalara bakıldığında barış çok zor gibi görünse de bundan asla vazgeçmemek gerekir.
İnsanlık tarihinde savaşlar ve çatışmalar hep var olmuş ama hepsinin sonu barışla sonuçlanmıştır.
Barışı sağlanmayan hiçbir savaş yoktur.
Ama süresi uzadığından yıkımı büyük olan birçok savaş vardır insanlık tarihinde.
Bu yüzden şu an içinde bulunduğumuz zor koşulları da göz önüne alarak barışta daha çok ısrarcı olmamız gerekmektedir.
Görüşlerimiz ne olursa olsun barış için herkesin ortak paydada buluşması gerekir.
Hele hele pandemi ve doğal afet gibi dönemlerde savaşların ve çatışmaların hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Savaş da barış kararı da bu gün en çok siyasilerin hegemonyasındadır.
Bu yüzden özellikle siyasilere çağrımdır;
Dünyanın neresinde olursa olsun ve ne sebeple olursa olsun, en azına bu pandemi döneminde silahlar sussun.
pandemi döneminde savaş, insanın kendi kendini yok etmedir.
Bugün dünyada savaşlara, çatışmalara ve silaha harcanan paralar, doğaya ve insanlığa harcansaydı, küresel ısınma, kuraklık ve çevre felaketleri ile boğuşmazdık.
En önemlisi koronavirüs gibi salgınlar başımıza musallat olmazdı.
Olsa bile bu kadar çok yayılmaz ve ölümlere sebebiyet vermezdi.
Dünyada silahların susması ve sağlanacak bir barış öncelikle korna ile mücadelede en etkili ilaç olur.
Savaşlara harcanan hüner, zaman, kaynak ve para, insana ve doğaya harcanır.
Bu yüzden tüm dünyada savaş içerisinde olanlara, pandemi belasını, yaşanan kuraklık ve çevre felaketlerini de göz önünde bulundurarak acilen bu tutumlarından vazgeçmeleri çağrısında bulunuyorum.
Doğayı ve tüm canlıları düşünerek silahları susturmak, bir teslimiyet ve bir yenilgi değildir, ahlaklı ve barışçıl bir tavırdır.