Ne zaman başladı, nasıl başladı. Hatırlamıyorum ama bir sakal furyasıdır almış başını gidiyor.
Öyle eskisi gibi kirli sakal filan da değil bildiğin adam akıllı sakal. Hipster mi dersin, dağ adamı mı, kaba sakal mı artık nasıl adlandırırsanız.
Yüzde bir kıl furyasıdır almış başını gidiyor. Duruma kıllanmadım değil.
Bir zamanların en popüler sakal tipi top sakal, yerlerde sürünüyor.
Kimse top sakalın da sakallının da yüzüne bakmıyor artık.
Hani eskiden entel dantel bir imaj yapmak isteyenlerin en revaçta sakal modeli top sakaldan bahsediyorum.
Özellikle televizyonlarda hepsi bir birinin kopyası dizilerden uyarlanan, saç sakal, giyim modelleri sokakları doldurmuş adeta.
Hani bir beş on yıl geriye gidip de bugün ki gibi yüzünüzde beş kilo sakalla gezseniz, bu nedir demeyeniniz kalmaz.
Bu durumdan rahatsız mıyım? Evet rahatsızım.
İnsanın dilediği gibi saç sakal uzatması ya da kısaltmasından, kendini istediği şekle sokmasından değil elbette.
Medya iletişim araçlarının, dizilerin filmlerin, moda ikonlarının, yarışma programlarının, moda adı altında insanı maymuna çevirmesinden rahatsızım. ,
Eskiden namaz kılanlarımızın, tuvalete giderken paçaları kirlenmesin diye pantolonlarının paçasını kısa tutmasıyla, hacı diye dalga geçen sözüm ona modern kafanın şimdilerde sadece tabanı örten ve ayakkabının içinde saklı giydikleri çorabın iki karış üstünü açıkta bırakan pantolonlarıyla neye benzediklerini söylemeyeyim.
Modanın, o benzettiğim ama adını zikretmediğim profilin elinde dünyayı kendine benzettiğini ve âlemi top ettiğini yazmama gerek var mı?
El Critico isminde bir film izledim. Türkçeye Film Eleştirmeni adıyla çevrilmiş.
Hernán Guerschuny’ın yönetmenliğini yaptığı Arjantin yapımı, komedi dram türünde bir film.
Filmde Victor adında karamsar bir yalnız, süreli bir yayında film eleştirileri yazmakta ve bu eleştiriler sinema çevrelerince önemsenmektedir.
Öyle ki yeni çıkmış bir filme yazdığı olumsuz bir eleştiri o filmin yapımcı, yönetmen ya da oyuncularını bitirmeye yeter ki Victor da filmleri acımasızca ve en ağır şekilde eleştirmekten vazgeçmez. Victor için dünya filmden ibarettir.
Tabi filmde asıl mesele bu değil. Mesele şu ki Victor hayatına ansızın giren bir kadınla, kendini en çok karşı durduğu ve yerden yere vurduğu ve dalga geçtiği romantik komedi türü filmlerden birini yaşarken bulur.
İnsan kendini merkeze alıp hayatı yorumlamaya çalıştığında hayatın gerçekliğini kendi gerçekliğinden ibaret sayar. Yaşamadığı aşkın olmadığını düşünür.
Bu belki de insanın savunma mekanizmalarından biridir. Aşk var ve kendi yaşamıyorsa bu insan için yıkıcı bir haldir.
Bundan korunmak için aşkın olmadığına inanmak daha doğrudur. Ve olmayan bir şeyin romantik komedi türü de saçma olur.
Ta ki insan o filmlerin benzeri bir halin içinde bulana dek kendini. Filmi izlerken düşünmeden edemedim.
Filmler mi hayattan, hayat mı filmlerden esinlenir. Eskiden olsa, yani bir elli yıl öncesinde bu soru çok anlamsız olurdu.
Çünkü o zaman medya iletişim araçları bu kadar güçlü, etkili ve yaygın değildi. Ve o zaman filmler öykülerini gerçek hayattan alıyordu. Ama bugün artık filmler, hayatı şekillendirebilecek kadar arttı, güçlendi ve yaygınlaştı. İnsanın eliyle yarattığı sinema televizyon, yeniçağın Frankenstein’ına döndü.
Kontrol etmek, durdurmak, zapt etmek ya da yok etmek artık mümkün değil.
O zaman teslim olmalı ve hepimiz sinema ya da tv de gördüğümüz karakterleri yaşamaya başlamalı, onlar gibi sakal uzatmalı kısa pantolonlar giymeliyiz. Yeraltı sinemasıyla dibe vurmak o kadar pazarlandı ki aklımıza, içeriği önemli değil zorla da olsa dibe vurmalıyız.
Dibe vurmalı ve aldatmalıyız. Serkeşlikle tesadüflerde salınıp durmalı ve anlamsızlığa sığınmalıyız.
Çünkü inanmak, vefa, sadakat, çaba ve sevmek, bunların hepsi klişe ve boğuyor hepimizi. O zaman yakmalıyız ve yanmalıyız saman alevi aşkların ateşinde…
Öyle yapın diyor filmler, yönetmenler ve moda ikonları… Siz yaşayın biz çekelim.
Onlar sizi şekillendirip biçimlendirirken, siz de sizden esinleniyorlar aldatmacasında avunup durun. Farkında değilsiniz ama hayatımızı bir senaryo gibi yazıyorlar...