Kapı çalındı. Gelen postacıydı. Elindeki zarfı bana uzattı. Üzerinde hiçbir şey yazmıyordu. Kimden geldiğini soramadan hızlıca gitmişti. Merakla açtım. İçinden kırmızı kuru bir gül çıkmıştı. Bir de beyaz bir kağıt üzerinde mürekkeple, el yazısıyla yazılmış bir mektup. Ne yazıyordu merakla ve heyecanla okumaya başladım.
Sevgili Gençlik,
Dünyanın geleceğisin. Toplumun aydınlığı, yuvaların neşesi, karanlığın dolunayısın. Kırgınlıkların büyük anlıyorum, yüreğim senin yollarından geçti. Mutsuzlukların çemberi almış seni, yüzünü soldurur. Kalbini kurutur, beynini çürütür. Sen haklısın her düşüncenle… Kırıldın, anlaşılmadın, fakirlikle hor görüldün. Zenginlikle ruhun susturuldu. Kimisi de çok şanslıydı. Sevgiyle, anlaşılmanın sevinciyle ailesine sıkıca bağlıydı. Yolundaki engeller seni hedefine götürmediği gibi acıda veriyordu. Tesellini kimi zaman yalnızlıkta, kimi zaman müzikle, kimi zaman kötü pek çok alışkanlıkta teselli arıyorsundur. Bazen öfken yıkıcıydı. Haklıydın belki de. Okumak istiyordun ya da okuma hayalin olmamıştı. Çalışmak zorundaydın. Güçlü olmak için. Yaşadıkların küçük yaşta içine işlemiş şiddetli bir fırtınaydı. Düşün ki okulu birincilikle bitirmişsin. Üniversite de derece yapmışsın. Okul bitince çok rahat bir işe girmişsin. Dünyanın en ünlü firmasında müdürsün. Sonra istediğin gibi geziyor yiyor içiyorsun. Her şey mükemmel. Ya sonra… Fakat bu hayatın içinde hep mutlu mesut mu yaşayacağız? Ya da hep mutsuz mu olacağız? Terapistler, birçok ünlü bize başarının mutlu olmanın yollarını gösterir. Aslında ezbere her şeyi biliyordun. Çünkü sorgulamayı, araştırmayı en güzel şekilde yapıyordun. Fakat tek başına oluşundan mı yoksa o gücü kendinde bulamayışından mı kendini enkazdan çıkartmıyordun. Karşındaki insanlar aynandı. Aynı değerle ve sevgiyle karşılaşmış mıydın? Annenin şefkat gösteremediğini düşünür, babanın kardeşlerin arasında ayrım yaptığı düşüncesi mi girerdi zihnine? Yoksa amcanın bıçak gibi keskin sözleri mi içini yaktı? Teyzenin sana değersizlik gözlüğüyle mi baktığını gördün? Babaannen sert mizacıyla sofradaki hakaretleri mi kulağını tırmaladı? Dedenin senin başını okşamaması mı kinini artırdı. Kuzenin seni düşüncelerinden dolayı dışlaması mı üzdü? Yeğenin bir ciple yanından geçerken küçümsemesi mi kanadındaki beyazlığı lekeledi? Kim bilir daha neler vardı? Hangi birini saymalı güzel yavrum. Sen haklısın seni anlamayan bizler için özür diliyorum.
İfade edemedin belki kendini ya da biz büyükler anlayamadık sizleri. Sana sonsuz sevginin güzelliğiyle elimi uzatıyorum. Hadi güçlü, değerli oğlum, hadi ipekten narin kızım, çizikler atılan ruhunu iyileştirip özgürlüğe kanatlanalım. Bekliyorum seni ve bütün gençleri…
Mektubu tekrar zarfa koydum. Pencereden dışarıya baktım. Bir an denizin mavisiyle bütünlemiştim. İçimi huzur kaplamıştı. Sesli istemsizce bu sözler dilime geldi. “Yanlış bir yoldayım bağımlısı olduğum bu illetten kurtulamıyorum. Bu bir başlangıç olmalıydı. Doğruydu bu düşünceler fakat klişe sözlerdi. Ama bir samimiyet sezmiştim, teslim olmak zordu. Güvenemiyordum insanlara yine de şansımı denemek istiyorum. “
Hikaye burada bitmişti. Tanımadığım genç bir kardeşim ilk yazımı okumuş ve etkilenmişti. 7 Ağustos 2020’de yazılan ilk yazımın devamı niteliğinde uzun bir yazı yazmıştı. Yakın bir zamanda bir rastlantıyla denk geldik. Niyetlerimiz yazımın başlığındaki gibi “Bahçedeki güllerden birinin adı iyilik” adlı makaleyle buluşmuştu. Ve o güzel kardeşimin yazısından kısa bir bölümünü sizlerle paylaşmak istedim.
“ Günümüzde çoğu kişinin farkında olmadığı farkındalıkları fark edersek, hayatımızı daha mutlu ve huzurlu yaşayabiliriz. Özetlenmesi gereken şeylerin özümsenmesi gerekir.
Hayatımız gökyüzünde uçan bir uçurtma gibi.
Kaderimiz ise o uçurtmanın ipi.
Gül uzatsan dikene gönül verir kimileri.
Kimine gül olursun yine de batar sana dikeni.