Bu haftaki yazımda Hasankeyf’in 111 yıl önceki manzarasından bahsetmek isterim. Bizlere bugün bu manzarayı sağlayan ünlü İngiliz seyyah, ajan ve arkeolog Gerturde Bell, 1868-1926 yılları arasında yaşamıştır.
Diğer adı Çöl Kraliçesi (Desert Queen) olan Bell, Country Durham’da ayrıcalıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir ve Oxford Üniversitesi Modern Tarih bölümünü bitirir. Üniversite okuduğu yıllarda gezginciliğe merak salar.
1897-1898 ve 1902-1903 yıllarında başladığı seyahat hayatına önce Avrupa, daha sonra Bükreş ve Tahran’ı gezerek başlar. Tahran yolculuğu hayatında pek çok değişime neden olur, Doğu’ya merak salar. Biyografisinde Doğu’ya seyahati her ne kadar merak olarak ele alınsa da doğrusu, onun gizli bir görevle bölgeye gönderilmesinden başka bir şey değildir.
Arşivinin bağışlandığı Newcastle Üniversitesi’nin verdiği biyografisinde “Arap insanını çok sevdiği, Arapçayı öğrendiği ve arkeolojik siteleri gezerek çölün diplerine yolculuk yaptığı” ifade edilmektedir. Yine aynı sitede verilen bilgide, Arap kabileleriyle kurduğu yakın ilişkiler ve Araplarla ilgili bilgileri onu I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz istihbarat teşkilatının hedefi yapar ve o da istihbarat servisi için çalışır. Şüphesiz bu son derece yumuşak bir ifadedir. Yine kendisi hakkında yapılan pek çok bilimsel çalışmada kendisinin İngiliz istihbarat servisi için çalıştığı söylenmektedir.
Hatta ekseriyetle I. Dünya Savaşı sırasında çizilen Arap ülkeleri sınırlarının Gertrude Bell’in verdiği bilgiler doğrultusunda çizildiği savunulur. Yine aynı kaynakta, savaşın sona ermesiyle Bell’in Irak’taki en önemli güç odağı olduğu ve Mekke Emiri Hüseyin’in oğlu Faysal I’in Irak kralı (1921-1933) olmasını sağlayan kişi olduğu yazılıdır.
Bell, T.E. Lawrence (Arabistanlı Lawrence)’ın yakın dostu ve akıl hocasıydı. Lawrence’ın da arkeolog kimliği, daha doğrusu arkeolog kimliğiyle Doğu’ya seyahat etmek, şüphesiz ki İngiliz istihbaratının bölgeye sızma ve casusluk faaliyetleri yürütme araçlarından biriydi.Lawrence ve Bell, bugünkü Orta Doğu’da son bir asırdır akan kanın en önemli sorumluları arasında da sayılabilir.
Buna rağmen Bell’in çektiği fotoğraflar, başta bilim dünyası olmak üzere her kesimin ilgi ve dikkatini çekmeye devam etmektedir.XIX. yüzyılın sonlarında başladığı fotoğraf çekimlerinden sonra on bine yakın fotoğraftan oluşan bir arşiv oluşturmuştur. Bu fotoğraflardan bine yakını yaşadığımız bölge kentlerine aittir.
Hasankeyf’in yüz yıl öncesindeki fotoğraflarını bugün bu coğrafyada ismini yaşatmayı başarabilen Gertrude Bell’i ölümsüzleştiren de şüphesiz ki sahip olduğu teknik donanım ve ekipmanın yanı sıra istihbarat servisi elemanı oluşuydu.
Gittiği her yeri kadrajına alan Bell’in istihbarat servisi elemanı oluşu çoğu metinde göz ardı edilir. “Arkeoloji” ve “oryantalizm” merakı ve seyyah oluşunun istihbarat servisinin dikkatini çektiği ve kendisi için çalışmaya zorladığı yönünde yorumlar yapılmaktadır. Ama işin doğrusu, onun öncelikli ve ayrıcalıklı bir kraliyet ajanı olduğu ve öteki çalışmalarının daha sonradan geldiği yönündedir.
Uzun zamandırBatman ve Türkiye kamuoyunun dikkatine sunulan ve Newcastle Üniversitesi’nin açık arşivinden aldığımız fotoğraflar, pek çok yayın organındatekraren paylaşılmaktadır. Bugün bile Türkiye’nin 19. yüzyıl başındakien önemli fotoğraflarıBell’e aittir.
Kendisinin Lawrence’in arkadaşı olması, İngiliz gizli servisine çalışması ile Orta Doğu’da hemen birkaç yıl sonra patlak veren I. Dünya Savaşıarasında ilgi kurulmaktadır. Ama şurası şüphesizdir ki İngilizler Orta Doğu ile ilgili strateji üretirken önemli ölçüde Bell ve Lawrence’in merkeze ilettiği bilgiler doğrultusunda hareket etmişlerdi.
Bu durumu o günün şartlarıyla değerlendirmek gerekir. Hatta pek çok kaynakta bugünkü Orta Doğu sınırlarını çizen Sykes-Picot’un Gertrude Bell’in yönlendirmesi hatta onun çizimiyle düzenlenip imzalandığı söylenir. Fakat unutmamalıdır ki bir ajanınn objektifi olmasaydı, biz neredeyse 110 yıldan fazla bir süre öncesiTürkiye’ninfotoğraflarını şu an görmüyor olacaktık.
Hasankeyf de buna dâhil. Gertrude Bell’in Orta Doğu coğrafyası, Anadolu ve Mezopotamya’da ayak basmadığı ve fotoğraflamadığı yer kalmamıştır. Bu yazımızda onun istihbarat servisi elemanı olmasının değil de Hasankeyf gezintisinin izini süreceğiz.
Gertrude Bell, Nisan 1911 tarihinde Hasankeyf’e gelir. Hasankeyf’e geliş istikameti, Sincar, Nusaybin Mardin ve Midyat güzergâhı yoluyladır. Dara harabelerini Nisan 1911’de gezer. Bugün Mardin sınırları içinde kalan Hah ve Heştrek köylerini ziyaret ederek Gercüş üzerinden Hasankeyf’e gelir. Gertrude’un Gercüş panoramasını çektiği bir fotoğrafı da bulunuyor.
Zaman zaman Gerturde Bell’in fotoğraflarını bir video klip halinde veya fotoğraflarınbir sosyal medya hesabından yayımlanmasına tanık oluyoruz. Ama ne yazık ki o video ve fotoğraflarda Gertrude Bell’in başından geçenler ve fotoğraflara ilişkin İngilizce mektup ve yorumlar hiç hesaba katılmamaktadır.
Bu yazımızda Gertrude Bell’in Newcastle Üniversitesi arşivinde yer alan fotoğraflar, fotoğraflara ilişkin yorumlar ve mektuplarda yazılanları da dikkate alıpinceledik
Midyat ve Gercüş üzerinden gelip Hasankeyf’te yüze yakın fotoğraf çeken Bell, Dicle’den karşı yakaya geçerek Meymuniye Boğazı üzerinden Kira Dağı geçidini geçerek ve Batman nehrini güney-kuzey doğrultusunda kat ederek Batman köprüsünü kullanıp Silvan’a ulaşır.
Hasankeyf’in pek çok fotoğrafını hemen herkes görmüştür. Ama atlanan üç fotoğraf var. Buna kimse dikkati çekmez. Biz de bu yazımızda özellikle bunlaradeğindik ve fotoğrafları görsel olarak sunduk.
Bell, belirttiğimiz gibi, 1911 yılının Nisan ayının sonlarında Hasankeyf’e ulaşır. Günlüklerinde 17 Nisan 1911 Pazartesi günü çok şiddetli bir yağmura yakalandığını dile getirir. Güzel bir bahar tasviri yapar. Nusaybin’den Mardin’e geçen Bell oradan Midyat’tan geçerek Hasankeyf’e ulaştığını not eder.
Tur Abidin bölgesinin yüksek dağları ve uçurumlarını aşarak buraya geldiğini yazar. Bell, Hasankeyf’e varışını şu cümleyle ifade eder: “Ve uçurumun ayağında tüm akıntısıyla büyük bir taş köprünün kırık iskelesinin arasında Dicle nehri uzanıyordu.” Bu cümle, onun Hasankeyf’e ilişkin ilk intibaıdır.
Bell, günlüğünün Hasankeyf’le ilgili kısmında sözlerini şöyle sürdürür: “Öğrendiğimiz ilk şey Dicle nehrinin aşağı doğru akana kadar kesişememesiydi. Feribot sala benzediği için üzerine at konulamıyordu ve ne sal ne de atlar bu akıntıyı geçemiyordu. İki gün geciktik fakat bu günler boşa geçirilmiş değildi ( 15. Yüzyıl cami ve minarelerinin daha fazla fotoğrafları çekildi.
Arap tarihinin çok güzel bir eserini birleştirmeyi başardım…) İkinci günün öğleden sonrasında nehir çok uzağa aktığı için karşıya geçmeyi emrettim. Karşı tarafta karaya çıkma yeri yaklaşık olarak çeyrek mil köprünün altındaydı.
Çok uzak bir mesafe olarak görünüyordu ve suyun bu köprünün iskelesine hücum etmesi bizi sadece cesaretlendiriyordu. Atlarımızsuyun derinliğiyle bir süre mücadele ederek bize geri döndülerilkin. Başka bir plan yaptık. Atlardan ikisini eyer takımlarından sala bağladık ve atları suya doğru sürdük. "Sal"ımız akıntının dönmesiyle bir süre çekildi. Bizi karşıya geçirenlerden iki kişi yüzerek ve salı çekerek eski yerimize getirdiler.
Nihayet son teşebbüsümüzde başarılı olduk ve nehri geçtik. Sonuçta herkes karşıya geçmişti. Bu oldukça heyecan verici yolculukla karşıya geçişi uzun süre hatırlayacağım. Salımız akıntıya kapılmış, atlarımız inleyerek nefes almışlardı hemen yanı başımızda.”
Bu satırlar Bell’in Hasankeyf’te mecburi iki gün ikametinden sonra Dicle Nehri’nden karşıya zorlu geçişini aktarmaktadır. Hasankeyf’ten ayrıldıktan 12 saatlik at sırtındaki bir yolculuktan sonra Silvan’a varır.
Bu satırlardan Gerty’nin Hasankeyf’te 1911 yılının Nisan aynın sonlarında iki gün boyunca kaldığını anlıyoruz. O dönemde kime misafir oldu, nerede kaldı, bunlar hep meçhulümüz. Fakat bildiğimiz en önemli şey, “Çöl Kraliçesi”nin yaşadığımız coğrafyanın yüz yıldan fazla bir süre öncesini ölümsüzleştiren tek kişi olmasıdır. Sadece Hasankeyf değil; İzmir, İstanbul, Aydın, Kayseri, Aksaray ve daha sayamadığım nice kentin belleğinde Bell’in önemli bir yeri vardır.