Dibinin tutmasından endişelendiği çikolata sosunu karıştırırken, gün batımına manzara olan mutfak penceresinden ufka bakakaldı. Acılarıyla batırdığı kaçıncı güneşti bu? Bir ikindi vakti için fazlaca olan bu duygusal geçiş ruhunu hırpalamış olmalı ki bir eliyle tencereyi karıştırıp diğer eliyle gözyaşlarını silerken buldu kendini. Sandı ki insan hep yükseklerden düşer. Ayağının takılmasına yüksünür. Günlerdir tonlarca yükü sırtlamışçasına ağrılı olan kalbini yokladı zihnniyle. Hiçbir acının teğet geçmediği ruhuna öfkelendi sonra. Eski zamanlarda hayatın akışı olan unutmak, bu çağda bir tür zaruriyetti. Güçlü olanların kollarını madalyalarla bezettiği güçler dünyasıydı. Geceleri madalyalarına sarılır yatarlardı. Öfkelerini dışına sevgilerini içine atarlardı. Bir kuştan ibret almayı kendilerine alçaklık sayıp menfaatleri uğruna zalime alçalmaktan geri durmazlardı. Akşam haberlerinde izlediği yurtlarından sürülen İdlipli çocukların oyunlar oynadığı sokaklarına son bakışı geldi gözlerinin önüne. Bir insanın çocukluğunu çalmak en büyük hırsızlık suçu sayılmalıydı. Bir çocuğun bakışlarına hüznü müebbet kılmak tüm savaşların bitme sebebi olmalıydı. Defalarca yapılan ama hala acılara engel olamayan tüm zirvelere ve sözde stratejik ortağımız olan Rusya’ya sövdü. Ve akşam yemeği davetine geç kalmamak için krem şantisini gelişi güzel kekine sürdü. Tüm çabalarının anlamını yitirdiğini hissetiği zamanlarıydı. Mecburiyetler üzerine inşaa edilen yaşamıydı. Mecburi sevgiler, mecburi ilgiler… Elalemin amansız beklentileriyle göz göze gelince sıkılan ruhlar… Oysa elalemde bir insan türüydü. Gergedan soyundan gelmişçesine takınılan empatisiz tavırlar… Sende insansın sevgili elalem. Hiç çıkmazın yokmuşçasına hep düzlükte tavırların… Yorulmadın mı? Çocukluğu geldi aklına. Hesapsız yaşamakların güzelliği, çocukluğuna verilen yersiz isyanları… Bir şeylere verilecekse şayet insanın büyüklüğüne verilmeliydi. Büyüdükçe kaybettiği şeylerin yokluğunda kıvranan insana, oyundan atıldığında, tutunamadığında ağlama hakkı verilmeliydi. Yapılan haksızlıklar bitmiyordu dedi içinden. Bitmiyordu insanları bağrında saklayan toprağa kırgınlığı. Bitmiyordu ellerinde baltalarla can alan, kalp kıran insan topluluğu. Alt tarafı dedi. Alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir hayvan sahiplenip, birkaç insan tanıyıp, sevip gidecektik bu dünyadan. Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz… Vicdansızların, sapıkların, katillerin, nefretin ve cehaletin ortasına düştük. İç çekti. Zaten daha üzerini değiştirip yemek davetine yetişecekti. Güneşi de batırmıştı iki ara bir derede. Öyle ya… Her şeyin bir mevsimi vardı. Baharın, nergislerin ve insanların… Yaşadığı son güz olmasını diledi en içinden. En içinden dilediği her hesapsız ve katıksız dileğin yerini bulduğunu anımsadı. Güzler içinden sıyrıldı çiçekler açtı. Çiçekler açmaya meyyal yüreği bir umudun elinden tuttu yine. Masada duran nergisi son kez içine çeker gibi ciğerlerine doldurdu. Az sevmeyi bilmeye yüreğine göz kırptı. Severken bile yorulabilirdi. Sevmeyi emek vermekle eş tutan bilinci… Bir kez olsun kaybetseydi tüm bildiklerini cehaletin hafifliğine kavuşabilecekti. Şuursuz kahkahalar yoldaşı olabilecekti. İlk kez göstereceği beyaz dişlerinin gururunu taşıyabilecek etrafınca hayran olunası görünebilecekti. Olamazdı. Yapamazdı. Ve yola koyuldu. Geç kalmamalıydı.