Kısa bir süredir ara verdiğimiz yazılarımıza yeniden başlamak bizler içinde hoş bir duygu. Okuyucularımıza hoş bir seda bırakmak, faydalı bir şeyler vermek veya bazı sorunları dile getirmek toplumumuza hizmet etmenin küçük bir şekli.
Bilhassa gazete sektörünün her birinin ayrı beklentiler içinde olması “Etlisine sütlüsüne karışmama” geleneğini getirmiş bulunuyor.
İşte bu nedenle bu sayfa da yazmayı uygun görüyorum. Düşüncelerimizi, görüşlerimizi serbest ve rahat bir şekilde yazabiliyoruz. Bir yazar için bundan daha güzel ne olabilir. Yazılara sadece fikirleri nedeni ile palanga koyanlar, yazarın kişilik ve şahsiyetine palanga koymuş olurlar. Bu nedenle istediğini yazabilmek; yazar için önemlidir. Kimi zaman takdir, kimi zaman eleştiri, kimi zamanda güzel değerlendirmeler bizlere şevk veriyor.
Hamd olsun, bizlerin fikir ve düşüncelerini oluşturanlar bulunduğumuz toplumun kültürünü oluşturan Melayé Cizirilerin, Ehmedê Hani’lerin, Şeyh Said’lerin, Mevlana Halidi Şehrezori’lerin, Abdulkadir Geylani’lerin, Bediüzzaman Sadi Nursi’lerın Şeyh Zekiyê Ciziri’lerin, en önemlisi de Hz Muhammed (sav) in onun güzide halifeleri Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman, Hz Ali ve ehli beyti ile Şehit Hasan ve Hüseyin gibi şahsiyetlerin yoludur.
Evet, her zaman bilimin, fennin, bilginin kölesiyiz. “İlim Çin de bile olsa alırız. Amerika ve Rusya’nın tekniğini sonuna kadar alır ve kullanırız fakat bizlerin onların düşüncelerine, fikirlerine, yaşam tarzlarına hiç bir şekilde ihtiyacımız yok. Bizlerde var olan fikir ve yaşam tarzlarına onların ihtiyacı var. Üstadın deyimi ile “Avrupa İslam’a gebedir.” Yani İslam fikir ve düşüncesine yönelmektedir.
İçinde bulunduğumuz asırda tüm engelleme, iftira ve karalamalara rağmen İslam ve Müslümanlık Batı da kat kat gelişiyor. Avrupa ülkelerinde en büyük dinler arasında yer alıyor, benimseniyor. Bu da İslam ve Kur’anın hakikatlerinin görülmesi ile gerçekleşiyor. .
Tabi ki bizlerde; mutluluğun, saadetin, huzurun, yardımlaşma ve dayanışmanın İslam’ın asli usulleri olduğunu anladığımız için kendi gerçeklerimize sahip çıkıyor, özlerimize dönüyoruz.
Yalanların ve iftiraların İslam’ın önüne bir set gibi çıktığı bu dönemde İslam’ın tanınması İslam’ı hakkı ile yaşayan, hayatlarında hak ve adaleti gerçekleştiren, maddi çıkar peşinde olmayan kimseler ile tanınacaktır tabi ki. Basiret sahibi âlimlerimiz bizlere bu yolu göstermişlerdir. Bizlere düşen sadece onların tespitlerini dillendirmek.
Şunun belirtmekte fayda var. Bu köşe de yazdığım sadece beni bağlıyor. Yazdığım her yazı sadece kendi şahsi fikir ve görüşlerimdir. Hiç kimsenin adına yazmıyorum.
Hiçbir cemaat, cemiyet, parti, fırka, örgüt, dernek, kurum ve kuruluşun ne sesi ne de sözüyüm. Bu saydıklarımın sesi olamama ne seviyem, ne kültürüm, ne de bilgim yeterli. Örgütlü toplumların sesi olmak kişilik ve karakter gerektirir. Böyle bir iddiada bulunmak ise haddim değil.
Ben kendimi bilirim. Başkası adına söz söylemeyi veya sözlerimi başkasına mal etmeyi en başta kendi anlayışıma ihanet sayarım. Ne yazıyorsam kendi adıma yazıyorum. Bunları ifade ederken de kendimi övmek için değil, aksine toplum içerisinde basit bir şahsiyet olduğumu belirtmek içindir. Bu toplumda herkes, benden daha bilgili ve daha tecrübelidir. Benim yaptığım ise acizane sadece bilineni hatırlatmaktan ibarettir.
Bunları söylerken tüm insanları sevdiğimi belirtmem gerekiyor. Evet, tüm insanları seviyorum. Ama insanlıktan çıkıp İlahi inançlara düşmanlık yapan, alay eden, hakaret edenler hariç. Birde İslam’ı yaşayanlarla Allah tarafından belirlenmiş bir kardeşlik hukukumuz var. Bu hukuka bağlıyım ve kardeşlik hukukunun hakkını hakkıyla yerine getirmeyi kendim için bir görev addederim.
İnsanların bir arada, huzur içinde yaşayabileceği, her fikir ve düşünce sahibinin kendi fikrini ve düşüncesini hakarete varmayacak şekilde ifade edebileceği, herkesin çevresine ve toplumuna zarar vermeyecek, halkını ifsat etmeyecek şekilde yaşayabileceği bir toplum arzuluyorum.
Sonuç olarak sıkıntılarımız inandığımız şekilde yaşamamamızdan kaynaklanıyor. Bunu da ancak Müslümanların, inandığını yaşaması ile çözebileceğimizi hepimiz biliyoruz.
Bazen; “Madem İslam o kadar mükemmel, o halde Müslümanlar ve Müslüman ülkeler neden bu kadar geri kalmışlar?” diye ahkâm kesildiği olur. Üstelik bu tür sorular daha çok “kendilerinin Müslüman olduğunu” iddia eden ama İslam’a inanmayan ve İslam’ı yaşamayan kimseler tarafından dile getirilmektedir.
Hakikat şudur ki Müslümanların geri kalmasının en büyük nedeni Müslüman olduğunu söyleyen Müslümanların; İslam’ı, İslam’ın istediği gibi yaşamamalarıdır.”
Bir diğer önemli nokta ise “Bağımsız” olduğu iddia edilen “İslam Ülkeleri’nin aslında kukla iktidarlarla emperyalist ülkelerce köle yapılmış olmalarıdır.
“İnandığın gibi yaşamazsan yaşadığın gibi inanırsın” hadisinin gereği olarak “inancımızı inandığımız gibi yaşamadıkça” geri kalmamız kaçınılmazdır.
Bizlerin; kendimizi değiştirmedikçe, toplumun değişmeyeceğini bilmemiz dileğiyle Allaha emanet olunuz.