İnsan, doyumsuz bir varlıktır.
Sonsuz ihtiras sahibidir.
Şükretmez, kanaat getirmez, kafi bulmaz, tatmin olmaz. İstekleri, talepleri, ihtiyaçları sınır bilmez. Sahip olduklarının kadrini, kıymetini bilmez.
Hep daha fazlasını ister, hep daha fazlasını.
Bu yüzden asla iç huzuru bulamaz, mutlu olamaz.
Sahip olduğu zenginliğe rağmen her şeyden mahrum kalarak yaşar ve öyle ölür.
Gariban gelir, fakir fukara olarak gider.
Veyl olsun öylelerine.
İşte tam bu konuyla Tolstoy’un "İnsan Ne ile Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik
öyküsü yer alır.
Gelin size onu anlatayım:
Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır.
Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir.
Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir.
Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar katettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.”
Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez.
Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir
takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir an yığılır yere ve bir daha kalkamaz…
Reis olanları izlemektedir. Çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur.
Adamlarına bir mezar kazdırır.
Pahom’u bu mezara gömerler.
Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der:
“Bir insana işte bu kadar toprak yeter!”
"Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…"
Oysa bir nokta şükür yeter ömrümüzü huzurla geçirmemize.