Çok oldu.
Bazen susup kendine çekilmek iyi geliyor.
Ama ne yazık ki dijital dünya ve evimizde, cebimizde, yanımızda taşıdığımız onca elektronik eşya buna imkan vermiyor.
Yazmayalı 3 aya yakın bir süre oldu.
Bu süre zarfında medyayı uzaktan ya da yakından takip etmedim. İşimin gereği haberleri okuyup geçici belleğimde öğütmekten fazla bir şey yapmadım.
Ne olup bittiğiyle ilgili çok fikrim yok. Ama eş dost sağ olsun bazen sevinçleri bazen de sorunlarını paylaşmak için kendi fikirlerini fiyonglara sarılı bir şekilde bana aşılamaya çalışınca ister istemez toplama fikir sahibi olmaktan korunamıyorsunuz.
Maalesef toplama fikirler de insana yanlış kanaatler, haksız genellemeler, acımasız yargılamalardan fazlasını doğurmuyor.
Hal böyle olunca somurtkan ve saldırgan figürler olarak başkalarının hikâyesinde birbirinin benzeri lanet figüranlara dönüyoruz hepimiz.
Alkışla deyince alkışlayan, saldır deyince ısıran, boğ deyince boğazlayan piyonlar olarak balkona çıkanın holiganlığında yaşadığımızı sanıyoruz.
Ve dediği gibi (İ. Özel) şairin:
Yaşamayı Bileydim Yazar mıydım hiç...
Yaşamayı bileydim yazar mıydım hiç şiir?
Yaşamayabileydim yazar mıydım hiç şiir?
-Yaşama!
-Ya bileydim?
Yazar: Mıydım
Hiç: Şiir.
Birer sanrıya dönmüş hayat. Şiir de yazamıyor yaşayamayanlar.
Oyalanıp durduklarımız, sevdiğimizi, sevildiğimizi, sarıldığımızı, sığındığımızı sandığımız ne kadar şey varsa birer sanrıdan ibaret gelmiyor mu?
Neye ya da kime yarıyor, okkalı laflar, afilli mimiklerle inşa ettiğimiz onca umut, onca ideal kime yar oluyor?
Yenenler ya da yenilenler kim? Önünüzden ne alıp ne koyuyorlar. Ömrünüzden ne çalıp ne katıyorlar.
Belli ki çok dağılmışım, azarlayanım çok da toparlayanım yok belli ki. Diyor ya Edip Cansever:
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün