Bir kara Cumartesi daha…
Haftanın 7 günü vardı değil mi? 7’si de kara şimdi.
Ve yılda 12 ay…
Şu anda Ekim de kapkara...
Kanlı bir Ekim sabahına uyandık zira.
Mevsimlerden sonbahar da girdi o bedbaht listeye. Belli, artık yaprak döken bu mevsimi de sevmeyeceğim bu gidişle. Baksana 95 yaprak düşüverdi yere.
Nerede görülmüş ki barış isteyenlerin kana bulandığı?
Allah’ım yoksa asıl cehennem burası mı?
Cennet-cehennem, koca bir aldatmaca mı?
***
Birileri takım elbiseleriyle, sallanan koltuklarında yazıp çiziyor.
Birileri yazılıp çizilenleri oynuyor.
Ve ağlıyor birileri.
Ama neden ağlayanlar, hep iyiler oluyor ki?
Kilometrelerce yol kat edip sadece ama sadece “barış” istemek için Ankara’ya giden insanlar, nasıl öldürülüyor?
Kobanê’ye oyuncak götürmek için Suruç’ta toplanan 33 insan da aynı böyle uğurlanmıştı ölüme…
Yüreğinde barışı isteyen insana ölüm yakışır mı hiç?
Yakışmaz elbet.
Fakat ölüyorlar işte…
Hem de tüm dünyanın gözü önünde.
“Barış”ı haykıracak olan o meydan, şimdi kan revan.
Halay tutan kol ve bacaklar parça parça dökülüyor etrafa.
Üzerinde “barış, hemen şimdi” yazılı bayraklar kan…
Ölenlerin üzerine seriliyor.
İnsanlar, cansız bedenleri çevirip yüzlerine bakıyor tek tek, belli ki evlatlarını arıyor anneler.
Ne hikmetse alana ambulanslardan önce geliyor polisler.
Alandaki öfkeli ve acılı kalabalığa, biber gazı ve tazyikli su ile müdahale...
Sabrımızı mı sınıyorsun Allah’ım?
Barış isteyen insana bu reva mı?
Gece yarısına kadar hastanelerde otopsiler yapılıyor.
Soğuk havada yakınlarının ölüm haberini bekliyor insanlar…
Yaşamak için savaş mı istemek lazım?
Baksana alaylı alaylı sırıtıyor birileri…
İstifa mı?
Hayal ötesi bir şey bu?
Güvenlik zafiyeti mi? Tövbe hâşâ…
Bütün güvenlik önlemleri alınmış (!) alanda.
Katliamın failleri ya da işbirlikçileri mi?
Kim takar onları?
Sorumlular, kimin umurunda ki?
Ölüyoruz her gün. Bir bir…
Ve sadece “barış”mak istediğimiz için…
Şimdi mezarından tutup çıkarsanız; yine “barış istiyorum” der mi acaba ölüler?