İnsanlar, inanç, kültür, tarih ve topraklarına olan bağlılıklarıyla makinelerden ayrılırlar. Niye makine dedim, çünkü hayvanı bile doğal ortamından ayırdığınızda, çok fazla yaşayamaz ya da kendisi olarak yaşayamaz, başkalaşır, ölür… Gözümüzün önünden akıp giden Hasankeyf’e bakınca da keyfi kaçan insan ve diğer canlılar ile birlikte, bizim de keyfimiz kaçıyor. Keyiflerin kaçıp gitmesi yeni değil. Keyif zaten yoktu. Şimdi Hasankeyf’in diğer yarısı Hasan’da gitti. Soğuk sulara gark olup gitti! Kim ne derse desin, bilimsel açıklamalar, siyasi çıkarımlar, ekonomik göstergeler, falan filan, Hasankeyf’in gitmesi, hiçte keyifli bir durum değil. Ona bakarken, kendi yaşadıklarımız değil tüm dünyanın yaşadıkları geçiyor gözümüzün önünden. Tüm dünya geçmişti o köprüden, tüm insan ırkları uğramıştı o çarşıya, tüm dinleri selamlamıştı o yarım kalmış minare, tüm asker milletine selam çakmıştı o aşılmaz kale… Ama yok artık, söktüler o minareyi, yıktılar o çarşıyı, suya gömdüler köprüyü… Son bir hamle ile başını gösteriyor köprü, yıkılmadım, boğulmadım diyor, yaşla/yasla bakan gözlere. Gözler, akan Dicle gibi yağdırıyor yaşları, biliyor bu çığlıkların dayandıkları dağları! Mukadderat diyor hıçkırıklarla, kendini avutmak için. Lakin 10 binlerce yıl direnen tarihin son sözleri, son bakışları, son görünüşleri olduğunu biliyor. Selam duruyor o şanlı direnişe. Savaşlara, depremlere, sellere, vahşi saldırılara direnmişti bu şanlı şehir ama hepsinden vahşiydi bu medeniyet denen tek dişi kalmış canavar. Yedi bitirdi seni be Hasan’ım. Önce keyfini aldı, sonra kelleni, şimdi son emarelerini alıyor suyun altına. Sana bunu yaşatanların da hüzün yaşadıklarının farkındayız. Gerekli miydi değil miydi, gerekli mücadeleyi yaptık mı yapmadık mı tartışmalarına girmenin bir anlamı yok artık. Bundan sonra ne yapabiliriz, oluşturduğumuz enkazdan nasıl yeni bir yaşam yeşertebiliriz onun çabasında olmalıyız. Öncelikle, mevzuattaki boşluklardan dolayı mağdur olan Hasankeyflilerin (10-12 aile) ev sorununun ivedilikle çözülmesi elzemdir. Sonrasında yeni inşa edilen şehrin dünyanın en güzel şehirlerinden biri olarak konumlandırılması için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Çünkü yeni Hasankeyf, sadece bir şehir değil. Dünyanın en kadim şehirlerinden birisinin gömütünün başında selam durup, nöbet tutan, gözyaşlarıyla ondan kalan eserlere, Zeynel bey türbesine, Minareye, kale kapısına, köprüye göz kulak olan, dünyanın en genç ve en hüzünlü şehridir. Bu hüzün, yeni şehri dik ve diri tutarken, eski Hasankeyf’i de canlı tutmalıdır. Suyun altında bile yaşatmalıdır onu. İnsanının vahşetine boyun eğmeyip 10 binlerce yıl yaşayan tarih, suyun şefkatli ellerinde mi çökecek? Hiç sanmıyorum, belki de konduramıyorum! Ama seni keyifsiz ve Hasansız görmeyi içime sindiremiyorum be Hasankeyf! Güle güle güzel şehir, biz seni hak etmiyorduk, artık balıklar gezsin sokaklarında. Güle güle şanlı tarih, biz seni hak etmiyorduk, kitaplar yazsın görmediklerini, hayaller dolaşsın soğuk sularının üzerinde… Güle güle kadim medeniyet, semalarında dolaşsın seni yaşayamayan nesiller. Hasankeyf’in kaybının büyük acısını hafifletecek çok daha büyük projelerin en kısa sürede hayata geçirilmesi dileğiyle, sağlıklı ve mutlu kalın…