Tarih insanlığın geçirdiği süreçleri bize tek tek anlatmaktadır. İlkel yaşamda tek başına yaşayıp ihtiyaçlarını kendi karşılama yoluna giden insanoğlu, ihtiyaçları artıkça beraber yaşama ihtiyacı hissetti.
Mülkiyet kavramı ortaya çıkınca insanoğlu arasında çatışma çıktı. Çatışma çıkınca insanoğlu, Toplum sözleşmesi yaparak iradesini bir güce teslim etme ihtiyacı hissetti.
Antik çağda Site Devletleri; toplumun düzenini sağlama, sınıflandırma ve çatışmaları engelleme yoluna gitti. Akabinde Roma dönemi Devletleri ve İmparatorluk dönemi başladı.
Tarih sürecinde Feodal beyliklerin oluşması ile gücü ve hakimiyeti Feodal beylikler temsil etti. İşte o devirlerde burjuva, güç ve parasını korumak için Monarşi’yi destekledi.
Monarşi ile Krallar gücünü artırdılar ancak burjuvanın gücünü ve parasını da korudular. İleri dönemlerde burjuva, Monarşi’nin yıkılıp yerine Üniter yapıya sahip Ulusların kurulmasını uygun gördüler.
Sanayi devrimi ile ezilen işçi kesimini yani Marksizm’in tabiri ile proletaryayı, burjuvanın elinden Sosyalizm kurtaracaktı.
Oysa öyle olmadı. Politbüro üyelerinin zulmü ve tahakkümü insanları bezdirdi. Zamanla Marksizm teorisi Liberalizm karşısında eridi.
Doğu Bloğu Ülkeleri dediğimiz ve öncülüğünü Rusya’nın yaptığı Sosyalist Ülkeler teker teker iflas bayrağını çekmeye başladılar.
İşte bu yıkılma sürecinde Francis Fukuyama “Tarihin sonu” tezli bir makale yayımladı. Bu teze göre Liberalizm karşısında Marksizm yok olacaktı. Dolayısıyla yıkılan Sosyalist Ülkeler karşısında Kapitalizm tek güç olarak varlığını sürdürecekti.
Gerçekten de 1989 da yayınlanan “Tarihin sonu” tezinden 3 yıl sonra yani 1992’de Doğu Almanya ve Batı Almanya arasındaki duvar yıkıldı. Bu duvar Marksizm teorisinin yıkıldığını simgeliyordu.
Tarih Liberalizmin devrini açıyordu. Kapitalizm tüm gücüyle hakim olmaya başladı. Paranın gücünü elinde bulunduranlar her şeye hakim olmak istiyorlardı.
Medya, Siyaset, Enerji, Silah vs her şey Paranın patronlarının eline geçiyordu. Siyaset onların elinde; istediklerini seçtiriyor, istediklerini medya desteği ile indiriyorlardı.
Bu defa “Küreselleşme” olgusunu kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Çünkü Dünya piyasalarına hakim olmak istiyorlardı. Üretimlerini pazarlamak için bakir pazarları ellerine geçirmek istiyorlardı.
Tüm kavramlar (Moda, Sevgililer günü, Anneler günü vs) Kapitalizme hizmet ediyordu. Kapitalizm de Küreselleşmeyi istiyordu. Ancak Küreselleşme önüne çıkanı yutan bir Canavara dönüşmüştü.
IMF, BM, UNICEF, NATO vs kısacası tüm Uluslar arası birlikler Küreselleşmeyi oluşturan birer araçtı. Ancak Sosyal düzen bozulmuştu. Aç ve yoksul insan sayısı giderek artıyordu. Bu tarihin sonunu getirebilir miydi? Savaşların ve çatışmaların artması, olayların Avrupa’ya sıçraması bunun habercisi mi?