IŞİD, YPG, PYD, ÖSO, Rusya, İran, PKK, Peşmerge, Amerika ve Fırat Kalkanı.
Aylardır Türkiye medyasının beynimizin en küçük kıvrımlarına sokup sokup çıkardığı, batırıp batırıp aklımızı ve kalbimizi kanattığı operasyonlar, harekâtlar dayılanmalar, efelenmeler sözüm ona başarılar ve kayıplar.
Bütün bir ülkenin gündemini işgal eden ve millet artık umursamayıp ilgilenmese de ısrarla basın kuruluşlarınca işlenmeye devam eden Fırat Kalkanı.
Başbakan Binali Yıldırım’ın doların yükselmesine yaptığı “dolardan bize ne, dolsa ne olur dolmasa ne olur” demesi gibi. Milletin umurunda mı sanıyorlar Fırat Kalkanı, kalksa ne olur kalkmasa ne olur.
Aylardır bilmediğimiz bir coğrafyanın enkaza dönmüş küçük ilçelerinde gezdirip duruyorlar bizi. Kime dost kime düşman olduğumuzu bile bildiğimizi sanmıyorum.
Rakka: Suriye'nin kuzeyinde Fırat Nehri üzerinde yer alan bir şehirdir.
Münbiç: Menbic ya da Menbij Halep ilinde Fırat nehrinin 30 km batısında bulunan bir şehir.
Cerablus: Suriye'nin Halep iline bağlı bir kent.
El-Bab: Suriye'nin Halep ilinde bulunan bir şehir.
Eminim ki yukarıda ki şehirleri bildiğimiz kadar. Kendi ilçelerimizi ve hatta illerimizi bilmiyoruz. Ama artık bu akıl maya tutmuyor. Operasyonları, harekâtları, kayıpları, kazançları Survivor’da ünlüler ve gönüllüler arasındaki mücadelede dokunulmazlık zırhını kimin alacağı kadar ilgimizi çekmiyor.
Buna rağmen neden hala bütün haber kanallarını bütün medya araçlarını bunlarla doldurup meşgul ediyorlar dersiniz?
Dönüp bakmamızı istemedikleri bir şeyler mi var? Bakıp anlamamızı istemedikleri nedir? Hani bazen olur da anladığımız olursa, anlayıp susmamızı dayattıkları ne ola ki?
Mizaru, Kikazaru ve Iwazaru isimli maymunlarla tanışmayanınız kalmamıştır. Bu üç ismin Japonca’daki anlamı, şeytanı görmemek, işitmemek ve konuşmamak anlamına gelir ki, biri gözlerini, diğeri kulaklarını, bir diğeri de ağzını elleriyle kapamış bu üç maymunun ya heykeline ya da resmine illa ki gözünüz ilişmiştir.
Sekizinci yüzyılda Hindistan’da ortaya çıktığı sanılan akabinde Budist rahiplerin eliyle Çin’e ve sonra Japonya’ya geçtiği düşünülen bu temsili üç maymunun 'görmezsek, işitmezsek, konuşmazsak, şeytan da bize dokunmaz, işimize karışmaz' şeklinde özetleniyor.
Üç maymunun hikâyesine gelince, eski zamanlarda bir dağın bir yamacında kurulu maymun krallığında iyi ve akıllı bir maymun kral varmış. Aynı dağın diğer yamacında ise şeytan yaşarmış.
Maymun Kralın çok yaşlı ama çok da akıllı üç veziri ya da danışman maymunu varmış. Krallıkta yaygın bir inanca göre öbür yamaçta yaşayan şeytanı gören ve sesini duyanlar sonsuza kadar lanetlenip taş kesilir, maymun krallığı da felakete uğrarmış.
Bu üç danışman maymun günlerden bir gün kralları için tepede şifa niyetine nadide çiçekler ararlarken çalıların arasında bir hışırtı duymuşlar ve o merakla çalıları aralayıp bakmışlar. Bakmışlar ama bir anda şeytanla yüz yüze gelmişler.
Şeytan çirkin sesiyle çığlıklar atmış. Maymunlardan biri görmemek için gözlerini kapatmış ama duymaktan kurtulamamış. Diğeri kulaklarını kapatmış ama o da görmekten korunamamış. Üçüncüsü ise hiçbir şey yapamamış, şeytanı hem görmüş hem de çığlığını duymuşama o da gördüğü ve duyduğu sırdan kimseye bahsetmemek için hemen ağzını kapatmış.
Taşa dönüşeceklerini bekleyerek ormanda bir söğüt ağacının altına gizlenmişler. Korkudan titreyerek saatlerce hareketsiz kalmışlar. Ve birbirlerine söz vermişler, krallıklarını ve halklarını tehlikeye atmamak için ellerini kapattıkları yerlerden hiç çekmeyeceklerine dair yeminler etmişler.
O günden sonra insanlar ne zaman gözlerini, kulaklarını ve ağzını kapatmış üç maymun görseler şeytanı gördüklerini ve duyduklarını anlar ama halkın çıkarları uğruna bunu bir sır olarak saklarlar.