Ben zaman zaman başımı alır bedensiz, biletsiz, mekânsız olan o gizemli bilinmeze iç yolculuğa vakitli, vakitsiz çıkarım.
Gözlerimi kapar kapamaz yolculuk başlar, anarım iz bırakan anıları; kimi mutluluk dolu kimi de dram ama şunu çok iyi biliyorum ki ruhumda oldukça derin izler bırakmış anılardır. Silinmiyor silemiyorum, iç yolculuğumda tekrar tekrar yaşıyorum ya da o anılar kendilerini parapsikolojik olarak sık sık yaşatıyorlar bende.
Kimi zaman Norveç'in gümüş gecelerindeyim, deniz mavisi gözlü, bukle bukle sarı saçlı bir Norveç kadınından hazin aşk hikâyesini yaşlı gözlerle soru sormaksızın sükûnet ve sabırla yüreğim sızlayarak dinlerim. O anlatır, o ağlar, anlattıkça aşkını yaşar, zaman tünelinde ben dinlerim.
Kimi zaman ise Cudi dağlarının eteklerinde nisan sonlarında çocukluk arkadaşlarımla kardelen çiçekleri topluyoruz.
“At the future time” gelecekten bir haber ve kedersiz cennetteyiz misali makyajsız, riyasız oldukça doğal bir hayatın ta içinde doyumsuzca töremizi, dilimizi yalın ve katkısız oyunlara gark olmuşuz.
O dönem yaşayan ve hayatta olan birincil yakınlarımızın şimdi tümü kabirdeler, mezarlarına bile gittiğimiz yok. Şartlar, kurallar mı? Yaşam tarzımız mı bizi uzak tuttu köklerimizden, yoksa biz dejenerasyona, asimilasyona mı uğradık? Cevapsız sorulardır ben de şunları anlamıyor anlatamıyorum, anlatılır gibi paylaşılır gibi değil.
Oldukça uzun yıllar geçti neredeyse bir ömür eve dön(e)medik bu çürütülmez ve inkar edilemeyen bir realite. Gerisi felsefe ve savunma mekanizması. İstanbul'dayım uzun yıllardır, ancak adaptasyon gereği zorunlu uyum söz konusu. Ortak payda insani ve medeni normlarda buluşmak o kadar.
Yöreme tarihte Mezopotamya deniliyordu, ta Üsküdar'a kadar Asya toprakları. Batı uygarlığı hayranlığı edebiyatı, müziği, kültürü, bizi bizden etti. Yapay ve asimle edilmiş yeni bir ''Biz'' etti.
Ne zaman bir Anadolu insanı görsem kendine has ve gramere hiç uymayan yöresel lehçesiyle, töresel kılık kıyafetiyle, ona sevgiyle, imrenerek bakar, yardım etmek onunla konuşmak, dertleşme gereği duyarım.
Bir bülbül sesi, kokulu bir gül, bir çobanın ağlatan kaval sesi alır, alır da götürür doyamadığım, unutamadığım Anadolu’nun Toros’larına, yörük çadırlarına, Asya uygarlığını su gibi, ekmek gibi, hava gibi arar da ararım.
Ülkemizin tüm bölgelerinde gezi gözlem amacıyla kısa süreli tatillerle de olsa gezdim, yaşadım anılarım oldu.
İçinde madde olmayan, materyalizm kokmayan, saf, duru, berrak duyguların sevdalısıyım.
İç yolculukta seçme hürriyetiniz yoktur.
Mekanlar, anılar, şahıslar gelir kapalı gözlerinizin önüne, onları tekrar tekrar yaşarsınız. Farkındalık olmaksızın kimi zaman iç çekersiniz.
Gözlerinizi açtığınızda yolculuk bitmiştir, istemediğiniz realitelerle başbaşasınız.
Herkesin ve her şeyin, hatta insanların bile satıldığı, alıcı bulduğu bu gezegen, bu dünya, onca çok kirletildi ki; başınızı alıp Venüs'e gidesiniz gelir derim.
Ben böyle görüyor ve inanıyorum.
Kalın sevgi ve aşkla siz saygın Batman Sonsöz Gazetemiz okurları…