Sizlere kusursuz bir cinayetten bahsedeyim mi? İzlerini sadece ruhlarda bırakan cinsten bir cinayet. Biraz canınızı sıkabilirim ama gıybet, sui zan(kötü zan), tecessüs (başkasının hayatını araştırmak), art niyet... Adam öldürmek, hırsızlık gibi büyük günahlardan.
Ne vakit ki bu saydıklarımı da büyük günahlardan görürüz işte kurtuluşumuz o zaman vakii olur. Bir insanın değerini başkası nezdinde kötü zanlarımızla bitirilmesine vesile oluyorsak adam öldürmüş kadar suçluyuz ve katiliz.
Açalım Hucurat Suresini okuyalım hep birlikte ne diyor? Diğer bir deyişle Bakara Suresinde de geçtiği üzere ‘Yoksa siz Kuran’ın bir kısmını kabul edip diğerlerini red mi ediyorsunuz?’ diye sormak isterim size.
Şöyle bahsediyor gıybet, zan ve meraklılar hakkında: Ölü kardeşinizin etini yer misiniz? Hemen ardından hoşunuza gitmedi değil mi diyerek de ekliyor. Hakkında konuşulan kişinin ortamda bulunmaması onu hükmen ölü yapıyor. Ve kendini savunamayan birinin hükmünü vermek ve etiketlemek ölü etinin yenmesi gibi çirkin bir işe benzetiliyor. Bizler karşımızdaki Müslüman hakkında iyi düşünmek zorundayız. Kalbimizi ve niyetlerimizi iyi tutmak mecburiyetindeyiz. Başımızdaki örtü tesettür için yeterli değil. Kalbin tesettürü de temiz tutmak ve iyi düşünmektir. İnsanlar evlerini temiz tutmak için gösterdiği azmin yarısını kalpleri için gösteremiyor. Kirli bir eve misafir kabul etmezken; kirli, fesad ve hased dolu bir kalple nasıl namaza durup, Rabbine misafir oluyor…?
Yoksa bizler namazın şartlarından olan necasetten taharet maddesini sadece fıkıh kitaplarından mı ibaret saydık? Öylese yazık bize. Çok yazık. Sinelerimizde sakladığımızı ve kalplerimizde gizlediğimizi bilen biri var. Ondan da mı hicap duymaz hale geldik?
Efendimizin, hanımlarından Mariya’ya kötü bakışını yakalayan Aişe annemize neydi sözü hatırlayalım: ‘Ya Aişe vallahi bu bakışını denize atsak orayı kirletir!’ Biz kaç denizleri kirlettik böyle? dertliyim.
Etrafımız kendi hayatlarını sorgulamak ve düşünmekten çok bizim hayatlarımızı sorgulayanlarla doldu. Bakınız kişi başına düşen gıybet ve başkalarının hayatlarını araştırma miktarının en fazla olduğu bölgemizin, mezhep imamı İmam Şafii Hazretleri ne diyor:’ Günahtan nefret et ama günahkara üzül. Bir kimseyi hatasından dolayı da ayıplama! Ola ki günahına şahid olursun ama tevbesinden haberin olmaz.’ Yoksa hala meclislerimizin mezesi başkalarının günah ve ayıpları mı? Bunları konuşarak kendi hayatlarımızı akladığımızı mı sanıyoruz? Yahut bir başkasını yerdikçe yüceldiğimizi hissedecek kadar aşağılık benliklerimiz mi var? Bunlar elbette kötülükten beslenen, kendi şahsiyetleri ile bir yerlere varamayanların başlarına yıkılacak kumdan kaleleri. Zayıf ve öz saygısı düşük insanların dikkatleri başka yöne çekme arzusu. Zira tepelerinde ki ışık yanarsa, kendi noksanlıkları ayyuka olursa silik karakteri gün yüzüne çıkarsa yine kumdan itibarını kaybedecek.
Maalesef İsmet Özel’inde dediği gibi ‘hak yemek sol elle yemek yemek kadar dikkat çekmedi’. Tüm bu saydıklarım hak. Kişinin her duyduğunu söylemesi dahi yalan iken. Bu cüreti nereden alıyoruz? Ahlaklı olmaya, düşünerek söze başlamaya mecburuz. Ağzımızdan çıkan sözlerin nelere mal olacağını düşünmek zorundayız. Dilimizi balta gibi insanların hayatlarına zarar için kullanmamalıyız. Gerçek kötü insan böyle düşünen ve davranan insandır. Üstelik kimse sınanmadığı imtihanın kazananı da değildir. Peygamberimizin hangi hadisinde bir günahkarı yargıladığını görüyoruz? Hakkında saatlerce zevk için konuştuğunu yada… Çünkü Müslüman ahlaklı olandır. Son sözüm şu ki ya dinimizi değiştirelim yada ahlakımızı…