Güzelim şehrimizin sorunlarını yazmaya devam ediyoruz. Öyle ki biz yazmaktan bıktık. Ama sorunları çözmesi gerekenlerde tık yok.
Bir şehrin daha doğrusu yaşanılan mekânın üç önemli etmeni vardır. Bunlar hava, su ve topraktır. Bunlar kaliteli olmazsa O mekânda yaşayan insanın hayatı da kaliteli olmaz.
Şehrimiz maalesef bir ovada kurulmuş. Rakımı düşük ve çukur bir arazide kurulduğu için toz ve duman birikmektedir.
Buna binaen yatay mimariye önem verilip düşük katlı binalar tesis etmek gerekirken aksine yüksek binalara ruhsat verilmiş.
Özellikle bazı bölgelerde çok yüksek binalar tesis edilirken bu bölgelerde hava sirkülasyonu sorunu düşünülmemiş.
Bu tür bölgelerde havanın kalitesini korumak için mevcut park ve bahçelerin yanında yeni park ve bahçe yapmak gereklidir.
Oysa mevcut parklar dahi korunamamaktadır. Önceki dönemlerde yol genişletme çalışmaları amacıyla kesilen ağaçlar yerine yenileri dikilmedi.
Yol genişletme çalışmaları nedeniyle kesilen ağaçlar O bölgenin çoraklaşmasına neden oldu. Üstelik O bölge yol olarak da kullanılmadı.
Yüksek katlı binaların yapıldığı yerlerdeki altyapı sorunları da ayrı bir meseledir. Bu tür bölgelerde; trafik sıkışıklığı, trafik kazaları sık sık olmaktadır.
Bu tür bölgelerde oluşacak; kanalizasyon, çöp, insan yoğunluğu vs derken tam bir öngörüsüzlük hâkim durumdadır.
İkinci önemli etmen Su için bir kısım çabaların ve çalışmaların yapıldığını söyleyebiliriz. Ancak yeterli değildir.
Örneğin Zilek kaynak suyu gibi kaynak suyuna sahip olduğumuz halde bu suyu kullanamıyor olmamız tam bir şansızlık.
Petrol arama ve üretim çalışmalarından dolayı suyumuza Petrol türevlerinin karışımı ayrı bir sorun olarak görülmelidir.
Şehrimizin göbeğinde bir Rafinerinin olması ayrı bir handikaptır. Rafineride stoklanan yakıtların herhangi birinin sızıntısı dahi nelere mal oldu geçmiş senelerde gördük.
Bu sızıntıların toprağa aynı zamanda suya karışması ihtimali değerlendirilmelidir. Buna göre gerekli tedbirler alınmalıdır.
Üçüncü etmen olarak toprağı saydık. Elbette toprak da diğer etmenler gibi çok önemlidir. Toprağı kirli olan bir şehir, insanı zehirler.
Toprakta; meyve ve sebze üretimi olur. Dolayısıyla toprağa petrol türevlerinin bulaşması demek sebze ve meyvenin kirlenmesi demektir.
Gerçi meyve ve sebze üretimini de artık yapmaz olduk. Zira güzelim topraklarımızı imara açarak betonlaştırdık.
Verimli topraklar üzerinde ucube binalar yükselmeye başladı. Bu binaların; bugün sebze ve meyvenin fahiş fiyata yükselmesinde etkisini fark etmek gerekir.
Buğday, karpuz, domates, patlıcan, biber vs üretilen topraklarda bugün herhangi bir kültüre sahip olmayan ucube binalar dikildi.
Bugün üretimin kısılmasında bu tür yanlış politikaların da etkisi yok mu? Üstelik herhangi bir medeniyete sahip olmayan düz binalar fahiş fiyatlara satılmaktadır.
Düşünün ki, arazinin sulanması için su kanalları yapıldı. Yüksek maliyetlerle yapılan sulama kanalları etrafında binaların yapılmasına müsaade etmek nasıl bir mantık?
Toprak koruma kurulu neyi koruyor? O da ayrı bir soru. Dünün yanlışlarını bugünküler çekmekte, bugünün yanlışlarını yarınkiler çekecek.
Şehrin asli unsurları olan; hava, su ve toprak korunamıyorsa bir üst aşama olan Medeniyeti ve Kültürü nasıl sağlayacağız?