Gençliğimizde bir idealimiz vardı. Kardeşlik, eşitlik, hak, hukuk adalet, kavramları etrafında dönüyordu her şey. “Adalet gelecek, Zulüm bitecekti.” Hak, hukuk, şeriat ve Adaletle yönetilecekti her şey. Herkes kardeşçe ve adil yaşayacaktı. Hukuk sistemi adil olacaktı. Mazlumlar korunacak, Zalimlerin zulmüne son verilecekti. Kısacası Hak gelecek batıl zail olacaktı…
Gençliğimizde tüm sermayemizi bu kavramlar için sarf ediyorduk. Gayemiz buydu. İster sağcı ister solcu ister İslamcı olsun hepsinin hedefi bu kavramlardı.
“Kahrolsun zalimler, Yaşasın Adalet” diye bağırır, “Adil düzen, Adil yönetim” diye haykırırlardı. Herkesin ayrı bir ideali ayrı bir gayesi ayrı bir hedefi vardı. Ama hedefledikleri tüm kavramlar aynıydı. Hepsi de insanlığı kurtarmak için mücadele ederlerdi. Kendilerince, fikirlerince, düşüncelerince insanlara kurtuluş reçeteleri sunarlardı.
Her şey Hak, Hukuk ve Adalet içindi.
Hepsinin ortak karakteri vardı. Yalan atmazlardı. Yalanı zinhar sevmezlerdi. İftira atmazlardı. Kendilerini meret bilir, iftira atmayı mertliği sığdırmazlardı. Zinhar müfterilerin yanında durmazlardı. Haksızlık boyun eğmezlerdi.
İslamcı ya da Devrimci ister sağcı ister solcu olsun yalan atmamayı ilke bilirlerdi.
Kumpas, komplo alavere dalavere gibi şeytanın oyunlarıyla oynamazlardı. Merttiler, yiğittiler bu tür oyunları oynayanları hain ve işbirlikçi bilirlerdi.
Kısacası gençliğimizin gençleri Dava Adamı adı altında davalarına layık olmaya çalışan karakterli, kişilikli, ilkeli, mert, yiğit ve bir duruşa sahip fedakâr insanlardı.
Herkesin bir ideali vardı ve o ideal ile adil bir sistem oluşturmak isterlerdi. Davaları; hakkı tutup kaldırmak, zalimin zulmüne son vermek, mazlumun yanında olmaktı
Şimdiler de öyle mi?
Ortalık çakma dava adamlarıyla doldu. Dava; okey masalarına indi. Kâğıt açmalara döndü, Çıkar ve menfaat peşinde koşan, makam ve koltuk için birbirlerini satan çakma dava adamları türedi.
Geldiğimiz durumda idealler tek tek yerle bir olup gitti gibi görünüyor.
Ülkeyi emperyalizmden kurtaracaklarının emperyalistlere lejyon, kapitalizme karşı olanların kapitalizmin motoru, işçi hakları ve halkların kardeşliğini için yola çıkan solcu ve sosyalistlerin ise halkların ahlaksızlığının, edepsizliğinin, cinsel serbestliğinin savunucuları haline geldiklerini görüyoruz.
Devrimcilik neredeyse ahlakı devirme haline dönüşmüş görünüyor.
İslami idealler için yola çıkanların beşerî sistem ve düzenlerin koltuk değneği haline geldiklerine, bu değnekleri de ateistlerin hizmetine sunduklarına şahit oluyoruz.
Ve yine yalancıların doğru, doğrucuların yalancı, suçluların suçsuz, suçsuzların suçlandığı, iftiracıların dürüst, komplocuların ve kumpasçıların erdemli olarak tanımlandığı bir döneme tanık oluyoruz.
Netice de yönetimleri devirerek “Devrim ve İnqilap” ile düzenlerini kurmak peşinde olanların ya bir kapıya hizmetçi ya bir kuruma emanetçi ya da partilerin birinde sandığa bekçi olduklarına şahit oluyoruz.
Hak hukuk ve Adalet için çıkılan bir yolda suçluların suçsuz, suçsuzların ise sistematik bir şekilde suçlu haline getirildiği bir döneme girmiş olduk.
Geçmişte ki Dava Adamlarını ellerine geçen az bir imkanla yaptıkları haksızlıkları görünce de “İyi ki de bu gençlik insanlığı kurtarmamış.” Diyorum. “Alimallah bir de insanlığı kurtarmış olsalardı kim bilir ne zulüm ve haksızlıklar yaparlardı.” Diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Sonuç olarak bu hallere düşmekten değil midir ki “Mescidi Aksa, Kudüs ve Filistin” için bir şey yapamıyoruz…