Yaşamak; sayılı her nefesten bir bir eksilterek ölmek sanatıdır. Bir zalim his yahut ansızın gelen bir acı haber kaç nefes eksiltebilir insandan? Durmak koşmaktan daha çok yorar. Hiç gelmeyecek bir gemiyi bekleyen yüreğin yorgunluğu o gemiye varmak için kulaç atan kolların yorgunluğundan daha fazladır. Merhameti noksan birini gördüğünüzde öfkelenmeden önce ona annesiz büyüyüp büyümediğini sorun.
Merhameti annesinden öğrenmeyen bir insanın durumu ihtisas alanı fizik olup felsefe derslerine giren bir öğretmenin durumu gibidir. Bir şeyler hep eksik… Yaşanmışlıkları, buzdolabının kapağında duran limon misali yarımdır. Ben ise merhametsizliğe tahammülü bir eylül sabahı çocuk yuvasında öğrendim.
Heyecanla yuvadaki arkadaşlarına yeni kıyafetlerini gösteren Şüheda’ya yapılan nahoş yorumların parantez içini okudum. Bir duygu bir insanda vücut bulmamışken nasıl olur da onu bir başkasına yansıtsın. Ben hiç takdir edilmemiş ve sevilmemişken ötekine bunu nasıl sunayım. Tadını bilmediğim bir lezzeti nasıl önereyim? Haklısınız çocuklar haklısınız.
Bana düşen ise buna ses etmemek... Bir soru başına on kez başını okşamak ve oynadığı oyuna usulce katılmak… Bir insanın dünyasını çiçeklendirmenin üç güzel sözle mümkün olacağını ekoseli gömleğinin sol cebinde siyah beyaz gençlik fotoğrafını saklayan Necdet Dede ile öğrendim. Aynalara küsmüş dedeciğim. Gözlerim senin aynan. Hala çok yakışıklısın! Gülüşmeler…
Günde üç kez öğle namazı kılan, rüku ve secde arasında kaylule yapan anneannemle kaynanasını çekiştirmek ve onun zihnini açma gayretim günahtan sayılmasa gerek be. Dedikoduyu da hiç sevmem. Ama sana kadar güzel çiçeğim. En şaşalı mutsuzlukların en şaşalı hayatların içerisinde olduğunu fark ettiğim de kış günü annemin üzerime örttüğü benden de ağır soğuk yorganın sevinçle ısınmasını beklediğim yaşlardaydım.
Hem her isteği olmamış bir çocukluğa sahipseniz, mutluluk için hala şansınız var demektir. Öyleyse gülümseyin.