Gazetemizin geleneksel hale getirdiği “Cumartesi Buluşmaları”nın bu hafta yine çok önemli bir konuğu vardı. Eski DEP Milletvekili Nizamettin Toğuç.
21 Yıllık sürgün gibi hayatın öznesi, en ağır bir dönemin en yakın tanığı.
Gurbetten döneli sadece 10 gün olmuştu. Uçağı Ankara’ya inmiş, gözaltına alınmıştı, neyse ki ifadeden sonra serbest kaldı.
Batman Havaalanına indiğinde ise toprağı öperken görülüyordu.
İşte o Nizamettin Toğuç, ayağının tozuyla Sonsöz Gazetesinin yazarlarının karşısındaydı.
O kadar acıklıydı ki anlattıkları, anlatımı bölmemek için soru sormayı en çok seven arkadaşlarımız bile pek soru sormadı...
(Detay için gazetemizde yer alan “Kürt’ün siyaseti, silahından daha etkilidir” başlıklı yazıyı okumanızı öneririm.)
Sayın Toğuç’u milletvekili iken Türkiye’den adeta kaçar gibi gitme seviyesine giden olaylar o zamanlar yaşananlara ışık tutuyor.
DEP 20 kişi olarak girdiği TBMM’den olağanüstü baskılara maruz kalmış. Önce 4 milletvekili yurtdışına gitmiş. Leyla Zana, Hatip Dicle dahil 7 kişi tutuklanmış…
Milletvekili, Mehmet Sincar ile birlikteyken Batman’da çarşı ortasında silahlı saldırıya uğramış, Mehmet Sincar vefat ederken, kendisi de yaralanmıştı.
Fakat artık Türkiye’de her şey daha zordu. 4 vekil daha yurtdışına gitmek zorunda kalmış… Geriye 20 vekilden sadece 6 vekil kalmışlar onlar da hep beraber Brüksel’e gitmek zorunda kalmışlar.
İşte Sayın Toğuç’un bu dönüşü, o gidişin dönüşüydü.
O dönemde hayat, sokaktaki Kürt için ne kadar zor idiyse meğerse sözde dokunulmazlıkları olan milletvekilleri için daha da zormuş.
Toğuç’un konuşmalarından en çok dikkatimi çeken ise hala başkaları için üzülebilmesiydi.
21 yıl gurbette kalmış, memleketine hasret yaşamış en yakınlarının taziyesine bile gelememişti.
Buna rağmen “Tansu Çiller’e acıyorduk” diyor. Defalarca kürsüde ağladığına şahit olmuşlar.
Askeri cunta yönetiminin bir özeti bu. O zamanın 2. Adamı, Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’la ilgili bir anısını anlattı.
Kendisini ziyaret etmişler ve Cindoruk çok olumlu şeyle söylemiş.
Ahmet Türk “basını çağıralım” diyince kabul etmiş fakat bu sefer tam tersi sert ifadeler kullanmış. Basını çıkarmışlar tekrar…
Cindoruk “oh be çocuklar, beni astırmak mı istiyorsunuz?” demiş.
Düşünün devletin en yüksek mertebesindeki insanların bile özgür olamadığı bir dönem.
Sahi Türkiye’ye demokrasi ne zaman gelmişti?
Milletvekillerinin, Cumhurbaşkanlarının, Başbakanların bağımsız olamadı hala bugün bile… Böyle bir ülkeye demokrasi gelmiş diyebilir miyiz?
Sorun şurada; Türkiye’de parlamento içerdeki ve dışarıdaki güç odaklarının himayesinden çıktığı vakit bizim aramızda, kavga kalmayacak, kardeşlik köprüleri kurulacak ülkenin bir ucundan bir ucuna…