Sıcaklar arttıkça tedirginlikte artıyor. Elbette kendi adıma ve her oruç tutan Müslüman adına bu susuzluk tedirginliğidir.
Kimileriniz mübarek Ramazan ayı ve orucunu tedirginlikle bekliyor oluşumu eleştirecektir. Ama gerçekçi olmak gerekirse orucumu Batman’ın sıcak bir tozlu ayında değil de daha yeşil serin sulak bir memleketin dingin, temiz, gürültüsüz baharında yaşamayı tercih ederdim. Herhalde bu kadarına da kimsenin itirazı olmaz.
Ama Ramazanda susuzluk ve açlıkla nefis terbiyesiyle, namazla yaptığımız ibadetin, o ibadetle arındıklarımızın, çektiğimiz zahmetin rabbimin katında muhakkak ki bir karşılığı vardır.
Ramazana yaklaştıkça eminim ki birçok kurum kuruluş gerek çalışma düzenini gerekse de Ramazana ilişkin programlarını konuşup tartışıp ne yapacaklarının hesabını yapmaya başlamıştır.
Siyasi partiler, odalar, sivil toplum kuruluşları vs. her biri ne zaman nerde kaç kişilik iftar programı yapacağını kimlerin çağıracağını vesaire planlamaya başlamadıysa dahi konuşmaya başlamıştır.
Ramazan ayının ruhunu aykırı olduğunu düşündüğüm şatafatlı ve gösteriş kaygısı taşıyan bu ve benzer programların söz konusu kurumların görünürlük ya da tanıtımları açısından icra ettiği fonksiyonlar elbette ki vardır.
Ama bunun özellikle Ramazan ayı ve oruç ibadetinden devşirilmeye çalışılması oruç ibadetinin ruhuna aykırıdır. Bir taraftan nefis terbiyesinden bahsedip oruç tuttuğumuzu söyleyeceğiz, açlık ve susuzlukla yoksulun halinden anladığımızı empati kurduğumuzu iddia edeceğiz diğer taraftan da yüksek mevkilerden insanları en zengin sofralarda buluşturduğumuzla gösteriş derdine düşeceğiz.
Peki tüm bu nefsin kirliliğini o iftar masasına koyduğumuz hurma tanesi kurtaracak mı dersiniz?
Gelin bir hesap yapalım. Herhangi bir kurumun bir iftar programında kişi başına ödeyeceği bedelin minimum 15 lira olduğunu düşünelim. Minimum 300 kişilik bir program yaptığını hesaplayalım. Kişi başına 15 lira ödenecek 300 kişilik bir iftar programının en az maliyetle 4500 yada diğer ıvır zıvırla 5000 liralık bir maliyet çıkar ki bu benzer programların en az maliyetlisi olur.
Bu ve misliyle maliyetlerin çıktığı tüm iftar programları neye kime ibadetin göstergesidir?
Bir de şöyle düşünelim, 5000 liralık o gideri alsak açılacak bir aşevine yoksula ya da dışarı da kalmışa iftar yemeği niyetine bağışlasak. Hatta biz de gitsek o ihtiyaç sahibiyle beraber karşılıklı iftarımızı açsak, halini dinlesek derdine kulak versek suyu ekmeği bölüşsek. Aynı bedelle kaç kişiyle buluşmuş kaç kişinin karnını doyurmuş oluruz dersiniz. En az 1000 kişi. Ve bu şekilde bir iftar programı neye kime ibadetin göstergesi olur.
Hangisini Ramazan ayının orucun ruhuna daha uygun dersiniz? Takdiri size bırakıyorum. Bu konuda son sözüm o şatafata gösterişe harcayacağınız parayla kaç muhtacın kaç garibanın iftarını açabileceğini düşünün.
Olayın bir başka boyutu daha var ki merak ediyorum belediyemiz bu Ramazan iftar çadırı açmayı düşünüyor mu?
Birçoklarımızın sandığının aksine iftar çadırları sadece yoksul ve ihtiyaç sahipleri için değildir. Yoksul ve muhtaçlarla birlikte evine yetişememiş olanlar, yabancı olanlar, herhangi bir sofrada yer bulamamışlar için de açılır. Bir mahallede bir semtteki ahalinin hep beraber iftar açabilmesi için en güzel birlikteliklerden biridir. Yoksulu zengini iftar çadırında buluşur mahalleli iftar çadırında birbirini tanır. Hatta iftar açıldıktan sonra da yapılan küçük mütevazi programlarla o birlikteliğe neşe de dahil edilir. Güzelliklerin her türlüsünde buluşulur iftar çadırlarında.
Son olarak sorumu yine sorayım, Batman Belediyesi bu Ramazan iftar çadırı açmayı düşündü mü açacak mı açmayacak mı?