Her sayfasında ayrı bir merak uyandıran eleştirmenlerce natüralist bir eser olarak kabul görmüş bu eser yazarı için; kararlılık ve bütünlük içinde ortaya koyduğu bir roman olarak dillendirir. Okurken merak etmediğim hiç bir hayat yoktu. AmaSança’yı okurken düşündüm, düşündüm., düşündüm.. Sevgi üzerine çok şey yazılabilirdi, sevgi üzerine çok şey çizilebilirdi ama İbanez çok sevginin sonucunu düşünmeden yapılan bir hareketin neler getireceğini bir hikâyeyle öyle güzel anlatmış ki! Sança; Sança bir çobanın küçükken birlikte büyüdüğü tek arkadaşı. Onu beslemek için elinden gelen her şeyi yapan bu çocuk, yalnızlığına nefes olan arkadaşını keçilerden sağdığı sütlerle doyuruyordu. Sança ile aralarındaki bağ gün geçtikçe, yaş geçtikçe onlarla birlikte büyümeye başlamaktaydı. Birgün küçük çobanın sazlıktan kestiği kamışlardan kendine kaval yapmış ve kavalı çalmaya başladığında sevgili Sançası dans etmeye başlamıştır. Aralarındaki uyum görülmeye değer hâl almaya başlamıştı. Öyle güzel anlaşırlar ki birlikte uyuyup birlikte gezmeye başlarlar, birlikte oyunlar oynarlar. Sançası büyümeye başlamıştır, tabii ki bizim küçük çobanda büyümektedir. Çoban hiçbir şeyden korkmaz hale gelmiştir. Bilir ki onu seven Sança onu her türlü kötülükten koruyacaktır. Öylede olmuştur. Sança ormanda çobanı her türlü kötülüklerden korumuştur. Gölün kıyısından her sabah geçen balıkçılar çobanın sesini işitirlerdi. Belli ki sabahtan başlarlardı oyunlarına; Sança Sança Sança Ardından sazlıkların arasından Sança sürünerek koşardı çobanına sarılırdı. Sevinç kahkahalarını balıkçılar hayretle dinlerlerdi. Korkudan kimseler yaklaşamazdı onlara… Sança gözle görülür şekilde hızlı büyüyordu. Yıllar geçip gitti, çoban kocaman bir delikanlı oldu. Askere gitmesi gerekiyordu ve gitti. Sança ne kadar yalnız kalsa da kimse onun yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordu. O çevrede yaşayan halk sürülerini dahi Sança’nın bulunduğu düzlüğe otlatmaya götürmeye korkuyorlardı. Onun orada yaşadığını bile düşünmek ürkütücü geliyordu. *** Aradan geçen yıllar sonunda bizim genç yakışıklı çoban askerimiz çocukluğunu görmek için yaşadığı yere olan özlemiyle döndü. Her şeyden çok Sançasını özlemiştir oysaki! Gölden geçerek çocukluğunun geçtiği ormana girer ve ardından; Sança Sança Sança diye bağırmaya başlar. Ses gelmez Sançasından. Sonra tekrardan daha gür bir sesle “Sança” diye bağırır. Öyle gürültülü bir ses gelirki sazlıkların arasından neredeyse deprem hissi verir. Çobana yaklaştıkça Sança, çoban tedirgin olmaya başlar. Daha da yaklaşınca gözlerine inanamaz, Sança çok büyümüştür. Çoban artık gerçekten korkmaya başlamıştır. Sança diklenerek çatal diliyle tıslayarak yaklaşır çobana. Öyle özlemiştir ki çobanı ne yapacağını bilemez. Sevinçten çobanı sımsıkı sarar. Çoban ne yapacağını şaşırır. Sança sarıldıkça sarılır, çobanı nefessiz bırakıncaya kadar sarılır. Sança sevgisini ve özlemini böyle anlatmaya çalışır. Çoban acı çektiğini anlatmaya çalışsa da Sança’ya söz geçiremez. Artık ikisinin de büyüdüğünü onun bu hareketiyle ona zarar verdiğini söyler ama Sança onu dinlemez. O sevgisini böyle gösterir. Sonunda Sança çobanın kemiklerini kırıncaya kadar sarılır ve oracıkta çobanı öldürür. O bölgede dilden dile dolaşan bir hikâyedir bu. Bu hikâye kitabın başlarında yer almaktaydı ama konusu tüm kitabı dağılmıştı. Çok şey anlatmaktadır... Çok ama çok sevgi... Konuyu aslında düşüncelere dalarak noktalamak istiyorum. Neyi çok severek zarar vermedik ki! *** Okuyunuz efendim. Sazlar ve Çamur / İbanez