Tarihte hep meydanlar olmuştur ve o meydanlarda ya unutulmaz bir savaş ya da bir barış olmuştur.
Bazen de bir başkaldırı, bazen bir eylem ve bazen bir festival...
En çok da savaş meydanları unutulmaz olmuştur.
Alparslan ile Romen Diyojen'in karşılaştığı Malazgirt Meydan savaşı gibi...
Akıllarda kalıcı olan savaş meydanları bir de olağanüstü jest ve karşılıklı saygıyı barındıran hadiseler de unutulmaz.
Savaş meydanlarının yazılmamış kuralları da vardır ve çoğu zaman bu kurallar yaşanır ve tarih bize o unutulmaz hikayeyi anlatır.
Nedir o peki.
Yendiğiniz ve sizinle ölümüne savaşan o komutan kılıcını size teslim ettiğinde, o kılıcı komutana geri iade etmek büyük bir onurdur ve bu onuru tarih asla unutmaz.
Bir çok meydan var, bu hikayelerin yazıldığı ve anlatıldığı.
Artık günümüzde öyle savaş meydanları yok. O onurlu adamlar da yok.
Yine de olduğunu umut ederek bu kutsal anın yaşandığına inanmak istiyoruz.
Günümüzde artık o göğüs göğüse kılıçların havada şakıdığı o savaş meydanları yok, onun yerine siyaset meydanları var.
Ve maalesef ki siyaset meydanında onurlu bir savaş yok. Bunu bir Onur'a dönüştüren komutanlar da yok.
Siyaset meydanlarında savaş o kadar alçakça yapılıyor ki, yeter ki savaş kazanılsın, nasıl kazanıldığı hiç önemli değil, yeter ki kazanılsın.
İşte bu kadar çirkindir siyaset meydanı.
Ekibine saygı duymaz, yeter ki verilen savaş kazanılsın nasıl kazanıldığı hiç mühim değil...
İşte tam da o zamanlarda Malazgirt, Çaldıran Meydanlarını arıyor insan.
Savaş ne kadar kazanılması gereken bir olay ise barışta ve savaşta dahi olsa rakibine saygı duymak o kadar önemli.
İşte biz bu duyguyu kaybettik ve bu bizi erdemli olmaktan alıkoydu.
Belki de işte tam da bu yüzden siyaset meydanları savaş meydanları kadar hatırlanmaz ve asla yerini tutamaz. Çünkü onuru eksiktir...