20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Gününde, gazetemizin çocuklara yönelik cinsel istismar haberiyle çıkması acı bir ironidir. Ama daha da acısı; manşetimize taşıdığımız haberi, gerek ebeveynler gerekse de yöneticiler tarafından farklı gerekçelerle üstü örtülen, saklanan yüzlerce belki de binlerce istismar vakasına eklemek olurdu. Çocuk haklarına dair ilk metin 1917 yılında, Ekim Devriminin ardından Proletkult isimli sosyalist kültür örgütünün Moskova Şubesi tarafından “Çocuk Hakları Bildirgesi” ismiyle kaleme alındı. Resmileşen ilk metin ise 1924 yılında Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilen Cenevre Çocuk Hakları Bildirisidir. Bu bildirge Birleşmiş Milletlerin kuruluşunda kabul edilmiş, 20 Kasım 1959 tarihinde Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirisi olarak güncellendi ve 20 Kasım 1989 tarihinde daha geniş olan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile değiştirildi. Bu sözleşmeyi yürürlüğe koymayan sadece iki BM üyesi ülke kaldı: ABD ve Somali! Her ne kadar 23 Nisan gibi önemli bir gün çocuklara hediye edilip çocuk bayramı olarak kutlansa da maalesef Türkiye’de 2014 yılında 40 bin ‘çocuğa tâciz davası’ açıldı. Sadece 2015’te, 31 bin 337 kız çocuğu evlendirildi. 54 madde ve bu maddelerin fıkralarından oluşan Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, çocukların haklarını korumak için en geniş kapsamlı hukukî metindir. Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1. Maddesi, her bireyi on sekiz yaşına kadar çocuk olarak kabul eder ve her çocuk vazgeçilmez haklara sahiptir. Temelde nedir bu haklar derseniz: ‘Yaşama ve gelişme hakkı’ maalesef ki hala yoksulluk altında, ‘sağlık hizmetlerine erişim hakkı’ndan yoksun hastalanarak ölen ya da ‘insana yakışır bir yaşam standardına sahip olma’yıp yetersiz beslenerek ‘gelişme hakkı’ndan yoksun kalan çocuk sayısı hiç de az değil. Bütün çocuklar, ‘bir isme ve vatandaşlığa sahip olma ve bunu koruma hakkı’na sahip olabilir belki ama maalesef ki ‘eğitime erişim hakkı’ hala dengesiz ve eşitsiz koşullarda. ‘İstismar ve ihmalden korunma hakkı’da hep sümenaltı edilip gizlenen vakalara boğulmuş. Binlerce çocuğun istismarı ya ailenin, kurumun, şehrin adı lekelenmesin diye saklanıyor ya da mağdur çocuğun ailesi ekonomik varlık ve nüfuz ile ikna ediliyor. ‘Ekonomik sömürüden korunma hakkı’ desek de dilimiz de hala “eti senin kemiği benim” gibi iğrenç bir deyimle özetlenebilecek çocuk işçiler vakası gün gibi ortada. ‘Uyuşturucu bağımlılığından korunma hakkı’na ne dersiniz. Bir kırtasiyeye girin ve çocukların alıp kullandığı malzemelerin niteliğine bakın. Onu da geçtim kalabalık bir caddede durup, kucağında çocuğu ağzında sigara gezen babaları sayın. ‘Eğlence, dinlenme ve kültürel etkinlikler için zamana sahip olma hakkı’nı en çok tazic eden ise eğitim sistemimiz. Okullarımız ve öğretmenlerimizin verdiği ödevlerden ve çocukların önüne konan sınavlardan buna zaman kalıyor mu dersiniz. ‘Düşünce özgürlüğü hakkı’na biz büyükler sahip olabildik mi ki çocuklara sıra gelsin. Hele bir de demiyor muyuz “Su küçüğün söz büyüğün” ya da büyüklerin yanında konuşulmaz, büyüğüne cevap verme demeyenimiz var mı? Nerde kaldı ‘İfade özgürlüğü hakkı’ nerde kaldı ‘Çocukların kendileriyle ilgili konularda görüşlerini dile getirme hakkı’ Bu da yetmez bir de ‘Dernek kurma özgürlükleri hakkı’ varmış. Komik geliyor değil mi işte durumun vahametinin en ironi göstergesidir; komik geliyor. Tüm yukarıda saydıklarımız bir tarafa bir de özel gereksinimleri olan çocukların, engelli çocukların, evlerimizde utanıp, sıkılıp, sakladığımız çocuklarımızın hakları; Şimdi hanginiz eksiksiz hakkını veriyorum çocukların diyebilir. Keşke tüm bu hakları çocuklarımıza kavratabilsek ve bu haklar çerçevesinde onlardan biz ebeveylerine karne vermelerini sağlayabilsek. Tek bir kişi ya da kurum geçemez sınıfı.