Mutlu bayramlar sevgili okur…
“Klasik bir bayram yazısı ile karşı karşıyasınız” diyecektim ki, yazımı klasiklikten kurtarıp sıra dışılığa doğru kaydırmaya şu saniye itibariyle karar verdim.
İyisi mi, bugüne kadar okuduğunuz bütün bayram yazılarını unutun.
Zira bugün iki yönlü (siz buna kabaca ikiyüzlü de diyebilirsiniz) bir bayram yazısı yazacağım sizlere.
Hatta, ömrü hayatınızda böyle ikilemli, böyle gelgitli, böyle çalkantılı bir bayram yazısı daha okumadığınıza iddiaya bile girebilirim...
Evvela polyannacılık oynayan okurlarım için cıvıl cıvıl, şirin mi şirin bir paragraf yazacağım. (bakınız 3 yıldız)
Yazının 5 yıldızlı bölümünde ise (bakınız aşağı) polyannacılarla yolumu ayırıp melankoli takınan okurlarım için iç karartacak, üzüntüden kahredecek, başı duvardan duvara vurdurtacak gerçekçi mi gerçek mi bir yazı kaleme alacağım.
“Böylece okurları arasında ayırım yapmayan, adaletli yazar” unvanını da hakkaniyetle üstlenmiş olacağım.
Laf lafı açınca, satırlar haddinden fazla uzayıp gazete sütunlarına dar geliyor. Bu yüzden bir an önce polyannacı okur grubuna “merhaba” diyerek başlamak istiyorum söze.
***
Aşırı sıcaklarda geçirilmiş Ramazan Ay’ından nihayet cıvıl cıvıl bir bayram sabahına uyandık. Bu gün her şey daha renkli… Mis gibi…
Dünden yıkayıp kuruladığım cam tabağı, rengârenk şeker ve lokumlarla özene bezene süsleyecek,
sabah kahvaltımı da en çikolatalısından şekerlerle yaptıktan sonra bayram yemeği için saatleri saymaya başlayacağım.
Zira bayramın en sevdiğim iki yönünden ikincisidir bayram yemeği. (birincisi çikolatalı şekerleri tabi ki)
Bayram yemeğimiz buram buram kokularla pişerken, kapıya damlayan şirin kız çocukları ile büyümüş de küçülmüş erkek çocukların bayramlık kıyafetlerini en ince detayına kadar inceledikten sonra ceplerine avuç avuç şekerleri dolduracağım.
Evin içinde baba ve ağabeylerden gelen limon kolonyası kokuları, bayram şekerini almak için kapıya gelen minik çocukların çekimser ama mutluluk veren sesi, tencerede pişen yemeğe anneden gizli bir şekilde bandırılan ekmek parçaları, ziyarete gelen komşu ve akrabalar ve tepsilerde ikram edilen tatlı çeşitleri…
Bu kadar güzelliği bir araya getirebilen nadide günlerdir bayramlar.
Hele ki işkadını-adamı isen ve bayram tatiline ayaklarını TV’nin önünde uzatarak başlamış, günün geri kalan kısmını arkadaşlarınla, akrabalarınlar ve sevdiklerinle zamana inat eğlenerek geçirmişsen oh ne ala.
Yılın hangi günü bu kadar neşeli ve bu kadar rahat geçiyor söylesene?
Sözün özü, bayramlar iyidir, bayramlar güzeldir, bayramlar kutsaldır. Hepinizin bayramını yürekten kutlarım…
*****
Polyannacılarla yolumuzu ayırdık. Şimdi gözümüzün üzerindeki perdeyi kaldırıp gerçeklerle yüzleşme zamanı.
Çünkü hayat, şakaya alınmayacak kadar ciddi ve acımasız.
Muhtemelen uykuyu seviyorsunuz. Ancak bayram günü tatil olmasına rağmen erkenden uyanmak zorunda kalacaksınız. Neden mi, kapı ziliniz akşama kadar susmayacak. Peki ya sokakta ardı ardına patlayan o maytaplar… Çin işkencesinden bir farkı var mı Allah aşkına?
Hadi, tüm bunları bir kenara bıraktım, savaşın olduğu bir coğrafyada bayram kutlamaya alışamıyor insan.
Zira her dakika onlarca çocuğun, açlıktan ve susuzluktan kıvrandığı, anne ve babaların, evlatlarının gözü önünde bombalandığı, kadınların ise mide bulandırıcı bir şekilde tecavüze uğradığı bir coğrafya burası.
Yoksulluğun tavan yaptığı, evine eli boş gitmek zorunda kalan yüreği yanık babalar yaşıyor bu topraklarda.
Her gün meydanlarda “işimize geri dönmek istiyoruz” diyen TPİC işçileri gibi binlerce işsizin haykırışlarına şahit oluyor bu memleket.
Bayramlık elbise hevesi kursağında kalmış çocuklar yaşıyor aramızda.
Söylesene, bayramı bayram gibi geçirmek mümkün mü bu durumda?
Adettendir deyip bayramlaşmalar yapılacak baş göz üstüne. Umut ediyorum, bundan sonraki bütün bayramları, gerçek bir bayram tadında geçirmek nasip olur…