Batmanlının yaz çilesi bitmez. Haziran ayından başlar sorunlar.
Elektrik ve su kesintileri, anız yangınları, toz, koku, sivrisinek ve haşereler, akrep vakaları, intihar olayları, sinir gerginlikleri ve doğurduğu şiddet.
Ne demeye ne etmeye yaşıyoruz bu memlekette. Daha doğrusu yaşayabiliyor muyuz? Dünyanın dörtte üçü su ama bir tek penceremiz bile bakmaz suya.
Toz desen bizim ki yetmez bir de Suriye’den ithal toz bulutlarımız vardır. Toz da yetmedi, anız yangınlarımız var, onunla da ölmeyi beceremeyene zehirli gaz salınımlarımız ve yaydığı iğrenç kokular.
Bu da mı öldürmedi sizi, yıllardır süren kime neye hizmet ettiği bilinmeyen ya da ha bire değişen savaşlarımız var. Eli silahlı birden çok örgütümüz var. Mafyamız, tefecilerimiz var. Neyimiz yok ki?
...
Batman’da ölmek için çok ama çok şeyimiz var ama yaşamak için neyimiz var bilmiyorum. Daha kaç gün önce 17 yaşında bir kız çocuğu, abisi tarafından işkence edilerek öldürüldü.
Ne için? İzinsiz telefon kullandı diye, o telefondan sosyal ağlara girdi diye.
Sadece bunun için değil sapık herifin biri arayıp kızın abisine, kız kardeşinin kötü yolda olduğunu ve başkalarıyla görüştüğünü söylediği için.
Nasıl bir ahlak anlayışıdır ki 17 yaşında bir kızı, filmlerden öğrendiği hunharca yöntemlerle önce ıslatıp sonra elektriğe çarptırıyor.
Öldükten sonra rol yaptığını düşünüp yarım saat bekliyor.
Her zaman söylerim. En büyük katil “konu komşu, el âlem ne der” korkusudur ki el âlemin girmediği konu, komşunun bulaşmadığı bir şey kalmadı hayatımızda.
Bizden önemli oldu hep bizden önce geldi, kendimizden ve sevdiklerimizden çok önemsedik. Hep kanıtlamaya hep ispatlamaya çalıştık onlara.
Doğduk, doğar doğmaz göster pipini amcalara deyip başladık kendimizi kanıtlama çabasına, okula başladık, ne olduğunu bilmeden rakamlarla notlarla yarıştık komşunun çocuklarıyla. Annelerimiz perdeleriyle babalarımız arabalarıyla birbirlerine gösteriş çalımına düştü.
En önde olmalıydık, birinci olmalıydık herkesi geride bırakmalıydık.
Evlendik elde avuçta ne varsa yetmedi borçlanıp ağır yüklerin altına girdik “ahali ne der” deyip boyumuzdan büyük pastalar kestik.
Hediyelerimiz bile hesaplı ve kayıtlıydı. Hediye kaydı tutan memurlar tayin ettik.
Taziyelerimiz bile gösteriş kaygısı taşıyordu. Ve kendi ölümümüzün gösterişi için her taziyede rol aldık figüran olduk.
İnandığımızdan değil, üzüldüğümüzden de değil, acısını paylaşmak değildi derdimiz.
Kendi taziyemize kalabalık biriktirmekten derdinden başka derdimiz yoktu.
Görkemsiz yaşadık görkemli ölmek kaygısıyla.
Dev bir gösteri sahnesinde bize biçilen saçma sapan ezberleri ve rolleri oynadık.
Yılda üç beş gün bilemedin bir hafta kimsenin sizi tanımadığı, bilmediği tatil beldelerinde, olmak istediğiniz kişileri yaşadınız acemice.
Olmak istediğiniz ama “el âlem ne der”e kurban ettiğiniz hayatlarınızı taşıdınız üstünüzde artık üstünüze oturmayan bir ceket, bir gömlek gibi.
Yaktım gemilerimi/ Dönüş yok artık geri/ Tak etti canıma bu maskeli balo/ Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri.
Yıllar öncesinin gruplarından Yeni Türkü ve o meşhur şarkısı; tak etti canıma bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri.
Kimi zaman ağız dolusu, bir kavga dolusu yükle söylemek istediklerinizi bir şarkının dizelerinde ve tınısında bulup hepsini o şarkıya terk ettiğiniz oluyordur.
Bendeki de o hesap. Tak etti canıma bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri...