Sevdiklerinize zaman ayırın.
Hatta ayırmayın zamanı, sevdiklerinizle zamanı harcayın.
Yoksa Can Dündar’ın 99’da yazdığı “ödünç hayatlar” adlı yazısında söylediği gibi, harcanmadan, harcamaya kıyılamadan tedavülden kalkacak bir sarı liradır ömrümüz.
Can Dündar’ın o yazısından şiire çevrilen başkalarına mal edilerek yayınlanan o güzel bölüm:
“Yaşamak değil. Beni bu telaş öldürecek” dediği gibi şairin; o telaşla, bırakın Paris yolunda ılık rüzgârlara taratmayı saçlarımızı, sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile edemedik biz…
Gözümüz saatte söyleştik hep, koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı, aranacak adamlar, yapılacak işler…
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin terine bulaştı; başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine, kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu veya yavuklu busesi ile uyanma düşlerini hababam erteledik.
20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını, 30’larımızda 40’lara, belki sonra 50’lere…
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat, kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size, artık uyku girmez oluyor gözlerinize…
Doyasıya söyleşmek, telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda, söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor yanınızda…
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz; vakti gelip sandıktan çıkardığınızda bir de bakıyorsunuz ki, tedavülden kalkmış…
Nerden hatırladım nerden düştü tekrar aklıma derseniz?
Bir arkadaşımın yanında sevdiğinin elini tutmadan, tutamadan, İstiklal Caddesinde yürürken çekilmiş bir fotoğrafına ilişti gözüm.
Ya da birçoğunuz, yaşamış ya da yaşamak zorunda bırakılmışsınızdır.
Özellikle Batman gibi küçük illerde yetişenlerimiz.
Hele ki biraz da yaşımızı almışsak eşimizin bile elinden tutmaya utanır, çekinir kaçınırız.
Bu biraz geleneğimizin bize öğrettiği ahlaktan biraz da alışkanlıklarımızdan kaynaklanıyor.
Doğu ahlakında sahip olduğunu ötekinin gözüne gözüne sokmanın ayıp olmasından kaynaklanıyor ki bu güzeldir.
Ama biraz da sevmenin, sevdiğini hissettirip göstermenin herhangi bir şekilde ifade etmenin zayıflık olduğunun içimize işleyen aptalca algısından da kaynaklanıyor ki bu da çirkindir.
Öyle ki ben ve benden öncekiler bir defa olsun babasına sarılamamanın eksikliğiyle büyüdük. Öyle bir eksiklik ki eskisi kadar olmasa da hala, ayıp sayılıyor olsa dahi şimdi o eksikliği kendi çocuklarımıza sarılarak gidermeye çalışıyoruz.
Ve babalarımızda da aynı açlık ve o açlığı bize sarılmakla gideremese de bizim çocuklarımıza yani torunlarına sarılarak onlarla şakalaşıp oynayarak gidermeye çalışıyor.
Bana sarılamayan ve sarılamadığım babamın torununa sarılması.
O kadar acı ve o kadar güzel ki…
Ben oğluma sarılıyorum babama sarılır gibi, babam torununu kucaklıyor beni kucaklar gibi.
Biliyorum o beni seviyor, o da biliyor ben onu seviyorum.
Ama ikimiz de oğlumun kulağına fısıldıyoruz sevdiğimizi, utanılası bir sır gibi…
Sevdiklerinize zaman ayırın, hatta sevdiklerinizle harcayın zamanı.