Kim olursanız olun, nerede olursanız olun, hangi coğrafyada olduğunuz önemli mi? Hepimizin hayatında başımızı, bedenimizi bir kelebeğin kanadına takarak adeta uçarcasına çok sevdiğimiz bir mekânı istemeden olsa da terk etmek zorunda kaldığımız anlar vardır. Ben buna veda anı diyorum.
Giderken yüreğimizi, anılarımızı, aşklarımızı belki de acılarımızı bırakarak gideriz.
Başlangıçta güya dönmek üzere gidiyoruz. Peki, yüreğimizi bıraktığımız o sevgili yurdumuza, evimize, sokağımıza dönebiliyor muyuz?
Gidilen yerde “kayıp vaka” misali kalanlar, dön(e)meyenler, hatta ölenler olmuyor mu?
Farklı farklı olsa da herkesin nedenli, nedensiz bir hikâyesi vardır. Hikâyeler, masallar, şiirler her zaman ve mutlaka pembe, eflatun, lila renklerle süslü olmayıp mutlaka güzel bitmeyebiliyor.
Veda günü veda anı gözlerinize hükmünüz geçmez ıslanır. O sevgili gözler, onun yolunu gözleyen gözler ağlar durur, arar onu arar durur. Biz bu arayışa sonsuz arayış diyelim mi?
AH…. O veda anını anlayabilmek yeterince ve tam anlamıyla, duygularıyla acılarını, yürek sancılarını, kara sevdaları hakkıyla ifade edebilen kelimeler yüklemler var mı? Edebiyatta, sözlüklerde ben Mehmet-çe söylemeliyim ki bu-la-ma-dım. Bilen, bulan, anlayan var mı?
Hayat ile ölüm arasında gel-git’leri, medcezir’leri yaşayıp da unutabilenler var mı?
Hayatın kendisi başlı başına bir sendrom, bir patoloji çok yönlü ve odak noktası, belirsiz bir komplikasyon değil mi?
Ever-Never/Asla-Daima’ların arasında sıkışıp kalmış çaresizliklerden bir çare ummak umut değilse nedir? Çoğu kez başımızı alır gideriz bir meçhule bin bir bilinmeze bizi bekleyen başlangıçlarla; sonları görmeden seç(e)meden.
Ayrılıkların sızılarını dindirebilen bir ilaç bir deva var mı? O demlerde ilham yoldaşınız şiir sizin olur, sizinle olur.
Yazdığınız kendiniz misiniz? Şiir mi? bunu şairlerde anlayamaz. Ama sevip de ayrılanlar veda edenler çok iyi anlar çünkü aynı ateşin korlarsınız harlı harlı yanan, sönmeden yanan yandıkça küllenen.
Kendi küllerinden bile tekrar alevlenip yanan bir sevda ateşisinizdir. Veda anıları, ayrılıklar bir hal’dir hal hiç kal (söylem) olabilir mi? O ruh hali yazılabilir mi? Yaşananlar nakledilebilir mi?
GÖREMEDEN GİDENLERE
Sefildi sefaletiyle geldi,
Dertliydi dertleriyle geldi.
Yaralıydı yaralarıyla geldi,
Ağlamaklıydı gözyaşlarıyla geldi.
İşte gidiyor zamansız ve bensiz
Dönmeyecek bir daha
Başka birine yar olmaya gitti
Kahredip herkese intizar etmeye gitti
Issız bir vadiye mezar olmaya gitti.
Yukarıdaki şiir’imi farklı inançlara sahip olduğumuz için ayrılmak zorunda kaldığımız Sırp güzeli Veronika’dan ayrılınca yazmıştım.
Sevmek, sevip ayrılmak şair eder, hasta eder yazarda yazarsınız. Çünkü vedalaşmışsınız istemeyerek olsa da izleri kalır yaşanılan ve yaşatılan her anın hikâyesi.
Çok derin izler ve sizinle mezara kadar gelecek acılar kalır elde. Kalan, yüreğinizde nasırlaşan yaralar kimi zaman kendiliğinden kanar. Akan her damla kan o sevdiğinize götürür sizi. Size sormadan zamanlı zamansız yaşanan anıların pasaporta hiç de ihtiyacı yok, o ruhlar, o sevdalar sınırları, zamanları, mekânları çok çabuk ve kolay geçebiliyorlar.
Ruhsal yolculuğuna çıkıp da “ben onu asla unut(a)madım” diyenlere yürek dolusu selam olsun, aşk olsun, aşk-ı muhabbet olsun.
Veda anı güya vedadır bana sorarsanız ebedi kalmak bir yürekte dolu dolu donmaktır hem de hiç üşümeden.
Sizlerde veda anılarınızı andığınız an’lar oluyor mu?
Kalın sevdiklerinizle bitimsiz bir sevgiyle değerli Sonsöz okurlarımız sizlerle Veda Anı’nı paylaşmak istedim.