Gözümü diktiğim o dağlar, tavşanın küskünlüğüne bihaber olduğundan bu yana gözümden düşen dağlardır. Bir insanı anlamak için ölmesini beklemeyin. Onu anlama gayretini henüz yaşarken gösterin. Hayatta olan insanın ruhuna Fatihalar okuyup, ölmüş olanın ardından dilinizde küf tutmuş sevgi sözcüklerinizi sıralıyorsunuz.
İnsan yaşarken sevilir. Göğe yükselmiş bir ruhu okşamak en az Firavun’untevbesi kadar geç kalınmış bir eylemdir. Bir arkadaşa bakıp çıkacağımız misafirlik hayatlarımızda Rabbimizin takdiri ile bir müddet daha oturuyoruz. Bir gün batımı süresi, oyunda sırasını bekleyen bir çocuğun bekleyiş müddeti ömrümüz. Ölüm soğuğunu sıcak tenine yakıştırmaz insan. Bir afet haberinin isimsiz mektubu misali…
Kimseler alınmaz üzerine… Sanır ki ateş hep komşunun ocağına düşer. Sanır ki ateşten payına düşen acı, tabağındaki helva kadardır. Sonra bir ferahlık kaplar içini. Ateşten azad olmuş yüreğinin minnetini ocağına ateş düşmüşe duyar. Bu minnet biraz da kendisinin de başına gelebilecek bir hadiseyi yüklenen sırtın kamburuna bir şükrandır. Bilmez insan bir gün aynı yükün onu da bulacağını. Yaşanmışlığın kanıtının sırtında taşıdığı kamburlar olduğunu. Bir zaman bir yerde bir şeyler koptu. Bir sazın tellerini koparır gibi içimizde her biri başka tını olan sesleri kopardılar. Umudun, hüznün, dürüstlüğün, aşkın tınısı…
Haksızlığın gürültüsü adaletin sessizliğinden korkar. Seslerimizden korktular ve tınılarımızı kopardılar. Bunu yapanlar dalındaki bir çiçeği hoyratça koparmakta beis görmeyen ellerdi.
Bizi bizden çalan bu eller hırsla eşelerken günleri bu ellere bir namahrem eli olarak dünya değmişti. Ve bu eller bu dokunuştan zerre kadar hicap duymamıştı. Vaadedilen daha güzel günlerin bedelini kendiliğimizi satarak ödemiştik bile.
Ama o güzel günler, güzel atlara binip giden iyi insanların diyarında dönmekteydi. Her şeyimiz vardı. Kendimiz yoktuk.
Apoletlerimizle süslediğimiz omuzlarımıza biri dokunsa ağlayacaktık. Tüm madolyanlarını layık gördüğümüz gururlu çehrelerimiz aynalara küseli ne kadar olmuştu? Sayamadık.
Boğazımızdaki düğümleri çözmeye anlatmadan anlayacak basiretli bir çift göz yeterdi. Ama gözler imtinayla bir göze denk düşmekten kaçınır olmuştu. Neydi çekindiği?
Dehşetini izlemek mi… İnsanlık sırrını saklayan her gözden bir kaçış mı… Bilinmez.