?>

“YEZİDİ’Yİ KORUYACAKTIK”

Ubeyd Baş

9 yıl önce

Mardin’de vakti zamanında Sünnilerin, Süryanilerin ve Yezidilerin yaşadığı bir köyde üç genç arkadaş gezinmektedir.
Acıkırlar ve zamanında köyün ortak malı olan ve sonrasında köyün Sünni, iri kıyım, pehlivan ağası tarafından işletilmeye başlanan bostanının yakınından geçmektedirler.
Bahçenin eskiden ortak malları olduğunu bildiklerinden çekinmeden girerler bostana…
Bir güzel karınlarını doyururlar. Uzaktan atıyla ağa onlara doğru yaklaşmaktadır.
Önce gür sesiyle, kızgın şekilde bağırır, zira uzaktan seçememiştir üç gencin bostanda olduğunu. Ortam gerilir. Ağa, ağalığına halel getirmemek için sakince gençlere yaklaşır.
Bir yandan da bu enerjisi yerinde üç gence nasıl davranacağını hesap etmektedir.
Köyün gençleri olduğundan tanımıştır. Bunlar, Sünni Hasso, Süryani Gebro ve Yezidi Cerco’dur. Usulca yanlarına yaklaşır. Gençleri yaptıklarına pişman etmelidir. El koyduğu mala izinsiz girmişlerdir.
Ağa önce Yezidi’ye döner. “Bre dinsiz imansız, bu Hasso benim Müslüman kardeşimdir, Gebro da İsa Peygamberimizin ümmetindendir, onlara bir değil on bostan helal olsun. Senin neye inandığın belli değil. Ne hakla benim bostanıma girersin!” der ve bir güzel döver. Hasso ve Gebro kendilerine dokunulmadığından ses etmezler Cerco’nun dayak yemesine. Seyrederler. Yezidi’yi dövüp paketledikten sonra Ağa, Süryani’ye döner.
“Bu Hasso benim din kardeşim, malımız canımız bir, peki sana noluyor, ne hakla benim bostanıma girersin? Zaten düzgün bir adam olsan Allah’ı üçe çıkarmaz, İsa peygamberimizi oğlu yapmazdın!” der ve bir güzel onu da pataklar. Hasso yine ses etmemektedir. Süryani’yi gönderdikten sonra Hasso’ya döner.
Ulan sen de Müslüman olacaksın, din kardeşi dediğin Müslüman’ın malına sahip çıkar, gavura yedirtmez!” diye girer ve Hasso’yu çok daha güzel pataklar.
Ağa tarafından bir güzel dayak yedikten sonra köye doğru kan ter içinde varan Hasso’yu gören kahve ahalisi merakla sorar. “Ula Hasso n’oldu sana böyle, kim dövdü?” Hasso güç bela, sesi çıktığı kadar tekrarlar: “Yezidi’yi koruyacaktık, Yezidi’yi koruyacaktık…”

***

Yukarıdaki hikâyeyi Bedri Soylu’nun İslamcı Hasso adlı yazısında ilk okuduğumda memlekette vaziyet tam da budur dedim.
Bu ülkede zulmün bir eldiven gibi giyilmedik tek bir eli kalmadı. Ve her defasında o eldiveni eline giyen kendini mutlak doğru belledi ve kendinin dışındakinin nefesini kesti.
Aslında yüzyıla yakındır bu ülkede zalim de değişmedi mazlum da. Sadece renkleri ve versiyonları değişti.
Sırasıyla her gelen, bir öncekinin yaptıklarını eleştirip lanetlese de aslında onları akladığının farkında değil. Ve ardından gelecek zalimlerin de yapacaklarına güçlü gerekçeler oluyor ve olacak her defasında.
Zalim de değişmedi mazlum da. Zalim, hep mutlak ve kutsal doğrularıyla faşizm oldu ki yaşamın her alanında bırakın tek bir ideolojinin hâkimiyetini, tek bir ideolojinin küçük ayrıntılarla dahi farklı versiyonlarına tahammül edemeyen, o ideolojinin iktidardaki diktatöre giydirilmiş formu oldu. Mazlum da hep öteki oldu, az öte ya da çok ötedeki fark etmez hep düşman olarak tanımlandı ve hep zulme maruz kaldı.
Her iktidar bir öncekinden edindiği tecrübe ve öncekine duyduğu kinden beslendi. Bir gün bu ülkede “ötekilik” bir üst kimliğe bir harekete dönüşür mü bilemem ama “Yezidi’yi koruyacaktık”
YAZARIN DİĞER YAZILARI