Siyaset ve strateji uzmanı gibi hissettim.
Ne başlık ama değil mi?
Son günlerde siyasetin gerilimi yine aldı başını gidiyor.
Gerek içerde gerekse de dışarıda siyasetin temel gerilim konularıyla murat edilen nedir bilmek mümkün değil.
Hatta öyle ki gerilimi yaratanlar bile bu gerilimin maksadını bilmiyor.
Her daim yanan bir ateşin üstünde kaynayan kazanların içine kimin ya da neyin düşeceğini kazanın kendi de sahibi de bilmiyor.
Dışarıda Barzani’nin bağımsızlık referandumu ile yine uyanan milliyetçilik canavarı ve Kürt düşmanlığı diğer tarafta “Türkçülük de Kürtçülük gibi bölücülüktür” diyen ama en ala milliyetçiliği yapmaktan da geri durmayan bir dil.
ABD ile ortaya çıkan vize krizi ve kriz üzerinden efelenen bir siyasetin ortaya çıkardığı ekonomik sonuçlar.
Avrupa Birliği üyeliğinde bizim size ihtiyacımız yok deyip önce dayılanan sonra müzakereleri bitiremezsiniz deyip yıktığı köprüleri yeniden onarmaya çalışan bir zihniyet.
Devamlı “şunu yaptırmayız, bunu yaptırmayız” diyen bir iktidar nedendir acaba hiç yapacaklarından bahsetmiyor.
Hep karşıt bir dil üzerinden yaptırmayız diyen diklenen bir siyaset millete kaybettiriyor belki ama daha evvelinden de tecrübe ettiğimiz üzere maalesef iktidara kazandırıyor.
Ve iktidar milletin, ekonominin kaybına rağmen kendi politik kazanımlarını esas alıyor.
Baksanıza kimse artık, hala neyin OHAL’idir bu halden gına geldi yeter bile demiyor.
Bırakın yeter demeyi niçin uzatıldı yine diye kimse sormuyor. İtiraz etmek ne sormak bile kimin haddine.
Bir tarafta TEOG diğer tarafta üniversite sınavı, milyonlarca öğrenci bir gelecek inşası için telaşla sınava hazırlanıp dururken, nedir bu sınav “kaldırın” diyor diğer hemen apar topar kaldırdık diyor ama kaldırdıkları bir sınav falan da yok, adını, şeklini, içeriğini değiştirip alın size yepyeni cillop gibi yeni sınavınız diyor.
Ne oldu şimdi onca çaba onca emek onca çalışma birilerinin kaldırın demesiyle yerle yeksan oldu. Kaldırıp yerine koyduklarının ne olduğunu da bilmiyorlar.
Bilseler yanmam ne kadar duracağına gelince “bir sabah ansızın” kaldırabilirler.
Diğer taraftan hükümet yaptığı yüksek orandaki zamlarla ilgili vatandaşı ikna etmenin formülünü de buldu. Önce büyüğü gösterip sonra, kendiyle kavga eder gibi yapıp, küçüğe razı ediyor.
Şener Şen’in Maho tiplemesinde köylülerini Bulgar sınırındaymış gibi İstanbul’da durdurduğu kamyonun dibinde bir Bulgar, bir köpek olduğu ve kendiyle tartışıp konuştuğu sahneyi andırıyor.
Sonra tüm bu gerilimler yetmiyormuş gibi Belediye Başkanları istifaya zorlamaya başlandı. İstifa etmesi istenenleri seversiniz sevmezsiniz o başka ama belediye başkanları neyle geldi? Seçimle. Neyle gidiyor?
İstifayla.
Hani gelişleri de temayül memayül hikaye en nihayetinde partilerin aday adayları listesinden parti yönetiminin seçmesiyle oluyordu, halkın tercihiyle değildi ama halk sandıkta şu an istifa ettirilen başkana oy verdi ve onları başkan olarak seçti.
Peki nerde kaldı “sandıkla gelen sandıkla gider” klişesi.
Demek ki yanlış anlamışız bunlar sandıkla geleni istifayla gönderiyor ve hatta sandık diye neredeyse tabuta koyup gömüyor.
Necip Fazıl Kısakürek’in çok güzel bir sözü var: Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen; hem yolunu kaybedersin hem dostunu!
Belli ki dostu Necip Fazılı da kaybetmiş yoksa bunu da okur az daha tefekkür ederdi de şu gerilimden vazgeçerdi.