7 Haziran’da yapılacak Genel Seçime yaklaştıkça ortalık daha da ısınacak ve umuyorum ki bu sıcaklık Batman’ın sıcaklığı gibi insanları germez ve çatışma haline sokmaz.
Yerel seçimlerin bölgede özellikle iki grup arasında yarattığı çatışma sonucunda Batman’da bir gencin öldürülmesi belleğimizde hala tazeliğini koruyor. Sebepleri çok yazıldı çok konuşuldu. Fakat tarafların hiçbirinin kendine dönüp özeleştiride bulunduğunu hatırlamıyorum.
CHP’nin ulusalcı Kemalist ideolojisinin “bu vatan benim” zihniyeti yıllardır hepimize kan kusturdu, hayat hakkı tanımadı. Zulmetti zulmün her türlüsünü reva gördü. Kürt olduğumuzu kabul etmedi ama Kürt olduğumuz için işkence etti. Laikim dedi ama Müslümanlığımızı beğenmedi kıblemizi değiştirmeye çalıştı. Demokratım dedi, Cumhuriyetçiyim dedi ondan ver bize dedik, sana yok sen demokrasiyi anlamıyor anladığını da aleyhime kullanıyorsun dedi.
Dilleri yanmıştı, çünkü halk, demokrasiyi, özgürlüğü, cumhuriyeti onların aleyhine kullanıyordu. Çünkü halka rağmen iktidarda kalamıyorlardı. Adalet Partisiyle Menderes, Anavatan Partisiyle Özal, Refah Partisiyle Erbakan daha da iktidar olamayacaklarının açık örnekleriydi. O zaman ne olacaktı, halka rağmen laiklik, halka rağmen Kemalizm, halka rağmen CHP. Oyunu kurallarına göre hatta kendi koydukları kurallara göre oynadıklarında hep kaybediyorlardı. O zaman ya oyunun kurallarını değiştireceklerdi ki bunu göze alamadılar, ya da kendi koydukları kurallara kendileri uymayıp oyunbozanlık yapacaklardı. Ki öyle yaptılar ve tam da Rousseau’nun ahlaksız tanımına oturdular; benim değil kendi ahlakına uymayandır ahlaksız.
10 yılı aşan bir süredir AK Parti iktidarıyla Kemalistler, sahip oldukları koltukları tek tek kaybetmeye başladılar. Arkasına halkın yarısının desteğini alıp gelen bir iktidar vardı artık. Kemalistlerin kaybettikleri koltuklar bir süre odunluğa atılacak oradan da sobanın ateşini boylayıp gönlümüzü ısıtacak diye beklerken maalesef tam anlamıyla öyle olmadı.
***
Evet bazı koltukların, bazı tanımların, bazı kavramların akıbeti öyle oldu ama sonra birden oyunun rengi değişti. Birden düşmanına benzemeye başladılar. Bir statükoyu devirmiş yerine kendi statükolarını koymaya başlamışlardı. Altında ezildikleri koltukların konforu hoşlarına gitmeye başlamıştı. O koltuğun altındakilerin kim olduklarını umursamadan ve her yaptıklarına “halkın yarısı beni destekliyor”u mazeret ederek fütursuz bir şekilde hükmetmeye başladılar. Bu mazlumun zalimine benzemesinden başka bir şey değildi.
Şimdilerde kaç kişiden aynı şeyi duyar oldum, İslamcılar iktidar sınavını veremedi diyorlar. Mazlumdular zalimlerine benzediler diyorlar. Kemalist, ulusalcılar, veyahut ne derseniz deyin, statükocuların antidemokratik uygulamalarına vakti zamanında kendi içinden muhalif sesler çıkarabildiğini ama maalesef ki İslamcıların iktidarında kendi içlerinden biz ne yapıyoruz ya da siz ne yapıyorsunuz diyenlerin olmadığını, bunu dillendirenlerin çıkmadığını çıksa dahi mahcup, ezik evire çevire, olmasa iyi olurdu, kıvamında seslerden öteye geçilemediğini belirtiyorlar.
İlk sınavın başarısızlığıyla şimdilerde bir de Kürt kimliğimizle sınavın akabindeyiz. Yerel seçimlerde HÜDA-PAR’a alanı dar eden, sizi çalıştırmayız deyip el ilanı bile dağıtmasına izin vermeyen, kendini bu bölgenin tek gücü gören, sahibi sayan bir partinin CHP zihniyetinden farkı var mıdır?
Barajı aşıp aşamayacağı şüpheli olmasına rağmen bu riski göze almaya hazırlanan bir partiden bahsediyorum. Meclise giremediğinde bizi gergin çatışmalı zor günlerin beklediğini, barış sürecinin alaşağı olacağı bir sürecin arifesindeyiz.
Ve bağıra bağıra gelen bu ihtimali “meclise giremezsek onlar düşünsün” özetiyle tehditkar bir biçimde dillendirmekten çekinmeyen bir partiden. Evet HDP’nin meclisin dışında kalacağı bir ihtimal herkesi korkutuyor. Bunun sorumlusu barajı düşürmek ya da kaldırmak konusunda hiçbir şey yapmayan iktidar partisi AK Parti olduğu kadar, bunu bile bile meclis dışında kalmayı göze alan HDP’dir.
Tüm bunları hesaba kattığınızda HDP’nin bütün varlığıyla barajı aşmaya çalışacağını ve bunu yaparken HÜDA-PAR’ı aynı sahada çalıştırmak istemediğini öngörebilirsiniz.
Garip olan şu ki Türk İslamcılar, Kürt soluyla aynı masaya oturup uzlaşabiliyor ama Kürt solu, Kürt İslamcıları kabul etmeyip onları güç bela girdikleri legal alandan illegal alana itmeye çalışıyor. Kürtler silahlı mücadelelerinin varlık sebebi Türklerle barışıp, beraber yaşamaya alışıyorken, kendi içlerindeki farklı Kürt grupları hala hazmedemiyor ve beraber yaşayabilmek konusunda çaba sarf etmiyor.
Özetle zor bir seçim bekliyor hepimizi. HDP’nin barajı aşamadığında olabilecekleri çok iyi bildiğini ve buna rağmen “bize ne barajı koyanlar düşünsün” dediğini, ama yine de barajı aşabilmek için tüm gücüyle çalışacağını ve bunun gerginliklere çatışmalara gebe olduğu muhakkak. Bununla birlikte HDP ile aynı sahada çalışacak HÜDA-PAR’ın da yerel seçimler ve Kobane olaylarında yaşananlar üzerinden kuracağı mağduriyet dilini eli silahında meydanlarda çok fazla dillendirmemesi hepimizin hayrına olacak.
Zalimine benzemek her mazlumun en zor imtihanıdır. AK Parti’nin altında ezildikleri koltukların üstüne oturunca o koltukların konforunun rehavetine kapıldığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Diğer yandan, bu vatan bizim diyen ulusalcı beyaz Türk faşistlerinden en çok müzdarip olan halkın temsilinden HDP, HÜDA-PAR’a Kürdistan’ın sahibi biziz sizi bu bölgede çalıştırmayız söyleminde olması, belinden silahını bırakmadan illegal alandan legal alana kayan HÜDA-PAR’ın da siyasal söylemini PKK karşıtlığı ve mağduriyeti üzerinden tanımlaması hiç hayra alamet değil.