“ÇORAP SÖKÜĞÜ, BEN DE VARIM DİYENLERİN FİLMİ”

Efendim, son haftalarda siyasilerle ardı ardına yaptığım söyleşilerle kafaları birazcık yordum galiba.

“ÇORAP SÖKÜĞÜ, BEN DE VARIM DİYENLERİN FİLMİ”

İyisi mi derin bir nefes çekip, şöyle yorgunluk kahvesi tadında güzel mi güzel bir söyleşi hazırlayayım dedim.

Batman’da hem öğretmenlik yapıp hem film çeken bir kadının azmini, başarısını ve serüvenini konuşmak iyi gelecek düşüncesiyle yönetmen Nebahat Özdemir’i sayfamıza konuk ettim.

Yaklaşık 1,5 yıldır Aydın Konak’da (Korike) öğretmenlik yapıyor sayın Özdemir.

Öğretmenlik yapmakla kalmıyor, senaryosunu yazdığı “Çorap Söküğü” isimli filmi için köyde set kurup “motor” diyor.

Peki, neyi anlatıyor Çorap Söküğü’nde?

Filminizi tek cümleyle nasıl anlatırdınız? diye soruyorum Nebahat Özdemir’e.

“Çorap Söküğü, ben de varım, nefes alıyorum, yaşıyorum diye haykırarak varlığını kanıtlamaya çabalayanların hikâyesidir” cümlesi bir çorap söküğü çıkıveriyor dudaklarının arasında.

Kadını anlatıyormuş filminde... Ben de varım diyerek hayata meydan okuyanları bir nevi...

Anlayacağınız, bu film hepimizin filmi...

Galası ise Mayıs ayında Batman’da yapılacakmış.

İyisi mi Mayıs ayında “Çorap Söküğü”nün Gala’sında görüşmek dileğiyle...

 

NEBAHAT ÖZDEMİR KİMDİR?

1964 yılında Dersim'de (Tunceli) doğdum. Sanata evdeki saz ve türkülerle başladım. Eğitimimizi sürdürmemiz ve okumamız için 1971’de Elazığ'a yerleştik. Burada ilk ve orta öğrenimim boyunca saz çalmanın yanı sıra bir de keman eğitimi aldım.  Van Yüzüncü Yıl Üniversitesinden sınıf öğretmeni olarak mezun oldum. Adana'da öğretmenliğe başladım. Adana'da öğretmenlik yaparken aynı zamanda Belediye Konservatuarı müzik bölümüne devam ettim. Dersim'de dağ başındaki evimizde küçük yaşlarda sazla başlayan müzik serüvenim, Adana'da çok sesli müziği keşfetmemle beraber, klasik batı müziğini tanımam ve dünyadaki birçok müzik türünün mekanizmasını keşfetme noktasına kadar gitti. Tanıdığım ve dinlediğim bu müzikler sayesinde hayata bakışım da değişmişti. Özellikle Mozart'ı dinlerken aklımın sınırları kalkıyordu... Özgürleşiyordum...

SÖZSÜZ KLASİK BATI MÜZİĞİ DİNLİYORDUM

1990 yılında rotasyonla öğretmen olarak Adana'dan Erzurum'a atandım. Orda yalnız yaşayan 45 yaşlarında dul bir kadınla aynı evi paylaştım. Çok geçmeden kadınla aramızda çatışmalar başladı.  Hayatın tesadüfleri iki zıt karakteri karşılaştırmıştı. Sezgilerim bu zor durumdan ve çektiğim yalnızlıktan yazarak bir çıkış bulabileceğimi söylüyordu. Kadınla yaşadıklarımı yazmaya başladım.  Kültür Bakanlığının düzenlediği bir yarışmaya gönderdim. İlk yazdığım senaryo ödül alınca bu beni yüreklendirdi. Erzurum'dan Diyarbakır'a atamamı istedim. 1992 Diyarbakır’da öğretmenliğe başladım.1994 yılında öğretmenlikten istifa edip İstanbul'a gittim. Burada da senaryolar yazmaya devam ettim. İlk yazdığım senaryoyu da geliştirip olgunlaştırırken bilinçaltımda bir gün mutlaka bu yazdıklarımı film yapma hayali kuruyordum.  Önceleri çokça uğraştığım müzik, yerini edebiyata bırakmıştı. Artık sadece dinleyiciydim. Yazarken özellikle sözsüz klasik batı müziği dinliyordum.

İstanbul'da yazarlığa ara verip modeller çizmeye başladım. Yolda rastladığım eskiciden 5 TL’ye bir dikiş makinesi almıştım.  Eminönü'nden aldığım malzemelerle eve koşup büyük bir heyecanla çizdiğim modelleri makinede dikip tasarımlar yapmaya başladım. Evimin bir odası atölye olmuştu. Bir yıl sonra İstanbul'da tanınan,  kendisine ait çizgisi olan bir modacıydım. Sanatımdan para da kazanıyordum. Televizyonlarda haber programlarına konuk olarak çağrılmaya başlanmıştım. Ve modada yakaladığım hızlı ivme CNNTÜRK Kanalında belgeselimin yapılmasına kadar gitti.

“DAHA NELER ANLATIRDI NELER...”

Eşimle oğlumla dünyayı dolaşmaya karar verdik. Amerika'ya gittik. En çok da dedemin 15 yıl yaşadığı ve altın aradığı Chicago’dan, Ditroit'ten gelip Nevada Çölünde kaybolan,  kuruyan nehir yatağı ilgimi çekmişti. Nehir yatağının kenar yamaçları, köstebek yuvaları gibi irili ufaklı deliklerle doluydu. Önceleri burada hayat varmış da sonradan çölleşmiş bir gezegeni andırıyordu. Amerika da ''altına hücum'' dönemi. Elazığ’ın Karakoçan İlçesinin bir köyünden yola çıkan, okyanusları aşarak bu nehir yatağında altın aradığından sıkça bahsederdi dedem. Akşamları barlarda bilek güreşi yaparmış. Kızlarla dansa gidermiş... Daha neler anlatırdı neler... Maceracı ruhunu teslim alıp yüzyıl önce dedemi bu uzak kıtaya getiren şey her neyse, aynı şeyin kanımda ilerleyerek beni de buralara kadar sürüklediğini anladım. Amerika’ya gelişim dıştan bir dokunuşla değil, kanımda ve damarlarımda çok önceden başlayan içten içe bir ilerleyişle olmuştu.

TÜRKAN: ÇORAP SÖKÜĞÜ’NDEN BAŞKA FİLM ÇEKTİNİZ Mİ?

ÖZDEMİR: Bir kaç yıl Amerika’da kalınca modadan kopmuştum. Herhangi bir şey üretemediğim için orda çok sıkılmaya başlamıştım. 2012’de eşim ve oğlumu Amerika'da bırakıp İstanbul'a döndüm. Elimde iyi yazılmış senaryolarım vardı. Artık sadece deneyimlerimi insanlarla paylaşma isteği duyuyordum. Sinema eğitimi almaya başladım. Paradoks film okulunda yönetmenlik ve senaryo eğitimi aldım. 2013’te ''Bunu Yapmamız Şart mı?'' kısa filminin senaryosunu yazıp yönettim. 2015’te de yaklaşık bir ay önce çekimleri biten uzun metraj ''Çorap Söküğü'' filminin çekimlerini bitirdik.

TÜRKAN: FİLMİ NEREDE ÇEKTİNİZ?

ÖZDEMİR: Yaklaşık bir buçuk yıldır Batman'da yaşıyorum.( Korıkê) Aydın Konak Köyü’nde öğretmenlik yaparken bir taraftan da filmimi yapabileceğim mekânlara bakıyordum. Bir türlü aradığım mekânı bulamıyordum. Biraz uygun bir yer bulup kendi kurgusal evrenimi kendim yapmaya karar verdim. Tahtadan çitler yaptık. Sazlıklarla güçlendirip kendi sokağımızı, mezarlıklarımızı yaptık. Mezarlıkların yanı başına yaşlı Hüsna'nın evini yaptık. Korıkê'de hikâyenin kurgusal evrenine uygun film platosu kurduk. 22 Ocak 2015’te “motor” dedik ve çekimler 14 Şubat 2015’te bitti.

TÜRKAN:  DAHA ÖNCE KÖYDE BÖYLE UZUN ZAMANLI BİR ÇALIŞMA OLMAMIŞTI. KÖYLÜLERİN YAKLAŞIMI NASIL OLDU?ÖZDEMİR: Bir buçuk yıldır Korıkê 'de öğretmenlik yaptığım için köylüler beni tanıyordu. Çok heyecanlıydılar. Merak ediyorlardı. İlk kez bir film yapılıyordu köylerinde. Bize destek oldular. Gerçek hayatın zorluklarından sıkılıp bu gizemli dünyaya beraberce kendimizi kaptırmıştık. İlk başta neler olacağını merakla bekleyen köylüler, setin kuruluşundan filmin çekilmesine ve hatta bitmesine kadar bütün aşamalarında ya içinde yer aldılar ya da izlediler. Bu işin bir parçası oldular. Artık bir film nasıl yapılır sorusuna verecek cevapları var. Beraberce yarattığımız ve gerçek evrenden bir kesit olarak kurgusal evrende canlandırdığımız hikâyenin gerçek hayattaki hikâyelere ne kadar da benzediğini fark ettiler. İçinde yaşadığımız evrenin de aslında bir kurgu olabileceğini sorguladı birçoğu... Hırslarını, öfkelerini, koşuşturmayla geçen çok ciddiye aldıkları hayatlarını sorgulayanlar oldu... Bu film beraber hareket ettiğimiz insanlara yeni bir bakış kazandırdı.

 

TÜRKAN: ÇORAP SÖKÜĞÜ FİLMİNİN ÖZETİ NEDİR? FİLM NEYİ ANLATIYOR

ÖZDEMİR: Yıllar önce oğlunu ve kocasını kaybeden 45 yaşındaki Anık, Erzurum’un eski mahallelerinden birinde, iki katlı küçük evinde yalnız yaşamaktadır. Yalnızlıktan çok bunaldığı zamanlar süpürgesini kapıp sokağa çıkar, Hüsna’yla kavgaya tutuşur. Süpürgesi Anık’ın dışarı açılan tek penceresidir. Yaz-kış demeden, soğuk-sıcak demeden, her sabah namazdan sonra aynı sokakta oturan karşı komşusu 75 yaşındaki Hüsna’yı kavgaya çağıran Anık’ın kavgası gerçekte Hüsna’yla değil, bütün dünyayladır. Hüsna’ya “gel kapının önünü süpür” diye seslenirken aslında, dünyaya “ben de varım, nefes alıyorum, yaşıyorum” diye haykırarak varlığını kanıtlama çabasındadır. Anık’ın Hüsna’yı seçmesinin nedenlerinden biri de geleceğiyle ilgili kaygılarını, umutsuzluklarını ve ölüm korkusunu onda görmesidir. İkinci çocukluğunu yaşayan Hüsna için ise Anık, vazgeçilmez mızıkçı bir oyun arkadaşıdır. Bu yüzden de her gün boş sokakta çınlayan Anık’ın sesine, o da gücü yettiğince kapıdan, pencereden karşılık vermektedir.

Yine Hüsna’ya kavga yapmak için sokağa çıktığı bir gün Anık, öğretmen olarak Erzurum’a atanan 24 yaşlarında genç ve güzel Suzan’la karşılaşır. Kendisine kiralık ev soran Suzan’a alt kattaki odasını vermeyi önerir. Sevecen. tavırları, teatral karakteri ile onu ikna eder.

Beraber yaşamaya başladıktan sonra Suzan, sadece ilk karşılaştığı Anık’la değil, onlarca hatta yüzlerce Anık’la birlikte yaşadığını fark eder. Biri Suzan’ı hırsızlara karşı uyarır, öteki eşyalarını çalar, biri çorap örmeyi öğretirken, öteki odasına girip ördüğü kadarını gizlice söker. Söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmayan Anık’ın ortalığa saçılan bilinç dışı davranışlarını anlamlandırırken Suzan kendi iç yolculuğunu da tamamlar. Her zaman varlığını hissettiği ama göremediği içindeki karanlık gölgenin, Anık’ta ete kemiğe bürünmüş bütün çıplaklığı ile karşısında durduğunu fark eder. Onu bütün çıplaklığı ile görmek Suzan’a acı ve ıstırap verir. Yıllardır gizlediği, baskıladığı, hapsettiği karanlık gölgesi orta yerde serbestçe dolaşmaktadır. Evlenmek istemediğini nişanlısına, ailesine, çevresine, söylemeyi beceremediği için çıktığı bu yolculuğun sonunda karanlık tarafı motive olan Suzan, kendisini evliliğe ikna etmek için Erzurum’a kadar gelen nişanlısına hayır demeyi de başarır, Anık’la bütünleştikçe, onun oyunlarına boyun eğmemeyi de öğrenir.

.... VE HÜSNA ÖLÜR

Soğuk bir kış günü Hüsna ölür. Hüsna’nın ölümüyle daha da yalnızlaşan Anık, elinde kalan tek seçeneği Suzan’a oynadığı oyunların dozunu artırır. Suzan’ın ise dayanma gücü giderek azalır. Bir gün Anık, tuvalete yapacağına, Suzan’ın kapısına yapacak kadar ileri gider. Çok sinirlenen Suzan artık karanlık tarafıyla hesaplaşmaya hazır olduğunu hisseder. Adeta iki vaşak gibi kapışırlar. O gün İkisi de yaralıdır. Kimin yarası daha ağır bilinmez, herkes yoluna gider. Erzurum otogarında otobüsü hareket etmek üzereyken Suzan, elinde kâğıt parçalarını otobüs şoförlerine uzatıp bir şeyler soran, bir otobüsten ötekine koşan Anık’ı görür. Bindiği otobüse doğru koştuğunu görünce koltuğuna iyice gömülür, saklanır. Anık’ın kaybolan kızını şoföre soran sesini duyar. Şoförün ama bu kâğıt boş diyerek çoktan uzaklaşan başka bir otobüse koşan Anık’ın arkasından şaşkın, baktığını görür.

TÜRKAN: FİLMİNİZİ TEKCÜMLE İLE ÖZETLEYECEK OLSANIZ NASIL BİR CÜMLE KURARSINIZ?

ÖZDEMİR: Çorap Söküğü, ben de varım, nefes alıyorum, yaşıyorum diye haykırarak varlığını kanıtlamaya çabalayanların hikâyesidir.

TÜRKAN: FİLMDE KADINI ANLATMAYI SEÇTİNİZ. PEKİ, NEDEN KADIN?

ÖZDEMİR: Aslında kadını anlatmadım. Bu benim yaşanmışlıklarımdan yola çıkarak yazdığım bir hikâye. Aslında kendimi ve beraber aynı evi paylaştığım kadını anlattım. İkimiz de kadınız. Haliyle bu kadın hikayesi bir bakıma... Bana göre bu kadın veya erkek hikâyesi değil tam insanlık hikâyesi. Yalnızlık ve bireyin dünyadaki yerini sorgulaması gibi evrensel duygu ve düşünceler işlenmiştir.

TÜRKAN: YURT İÇİ VE YURT DIŞINDA FESTİVALLERE KATILACAK MISINIZ? HEDEFLERİNİZ NELER?

ÖZDEMİR: Filmimiz sinemada vizyona girmeyecek. Çünkü bu bir festival filmidir.  Yurtiçinde İstanbul Uluslar Arası Film Festivali, Altın Koza Film Festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali, İzmir Festival Filmi, Ankara Uluslar Arası Film Festivali’nde gösterilecek. Ayrıca yurtdışında Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, Rusya, Polonya, Fas, Kanada, Hindistan, İspanya ve Romanya’da festivallerde de sergilemek istiyorum.

TÜRKAN: SON OLARAK NE SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?

ÖZDEMİR: Filmin Galasını Mayıs aylarında Batman’da yapacağız. Tüm Batmanlıları bekliyoruz.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Üzgünüz ilginizi çekebilecek içerik bulunamadı...