Türkiye tarihinin en büyük terör saldırısı hepimizi derinden sarstı. Ülkeyi yasa boğdu.
İçimizi acıtan dehşet görüntüleri hafızamızdan ne zaman silinecek bilinmez ama 100'ün üzerinde aile ve dostluk halkası bir ömür boyu unutamayacak bu acıyı.
Kendi bedeninde saldırının izini taşıyacaklar da cabası.
Saldırıdan hemen sonra hastaneler bölgesi ve gece de Adli Tıp önünde geçirdiğim saatler politik kavgamızın örttüğü bu büyük acıları yakından gözlemleme imkanı verdi.
Net olarak şunu söylemeliyim ki pozisyonumuz ne olursa olsun hepimiz bireysel ve insani acıları örten kavgamızla aslında büyük bir saygısızlık içerisindeyiz.
Saldırıdan daha fazla beni dehşete düşüren şey ise ülkedeki politik kamplaşmanın getirdiği bu savrulma hali oldu.
Olay yaşandıktan henüz birkaç dakika sonra 6 Haziran'da ortaya atılan "Diyarbakır'da saz mı patladı?" utanç cümlesini unutturacak sözler(!) daha doğrusu kurşunlar salındı ortalığa.
HDP öfkesi gözleri o kadar karartmış ki; 6 Haziran gibi bu olayı da PKK'nın yapmış olduğunu tespit edebildiler uzman analistler(!)
Üstelik Devlet de Emniyet de 6 Haziran bombalamasını IŞİD'in yaptığını açıklamış iken.
Türk solu ile yaptığı ittifakla kendi sosyolojisini ve hikâyesini yok sayan HDP ve muhipleri de bu utanç verici nefret söyleminin ikiz yüzünü ortaya koymaktan geri durmadılar maalesef.
Kürtlerin ve Türkiye demokrasi mücadelesinin bilinçaltına yaptığı afilli gönderme ile bir süredir dolaşımda tutulan "Saray Gladyosu" "Katil Devlet" söylemi iştah ile ve insani acıyı örten bir politik nefret dili ile tekrar edildi durdu.
Saray Gladyosu'na dair tek bir delil ortaya konamadığından aksini ileri sürmeye çalışmak da anlamsız iken üstelik.
Bu iddia şehvetli bir retorik olmaktan öteye bir anlam ifade etmiyor.
Katil devlete gelince; Devlet eski devlet değil elbet ama eski devlet de yok olmuş değil.
AK Partinin 13 yıllık iktidarında bürokrasiye ve "devlet zihniyetine" ne kadar nüfuz edildi bilinmez ama devletin/iktidarın/gücün geçici sahiplerini kendi kadim kişiliğine benzetme yeteneğinin, dönüştürülme ihtimalinden yüksek olduğu kesin.
Bu ve benzeri olaylarda AK Parti'nin, salt iktidar olmaktan kaynaklı, "kusursuz sorumluluğu" dışında eylemsel sorumluluğu da aranacaksa; AK Parti devlete ne kadar benzedi? Veya devlet ne kadar AK Partilileşti? gibi değerli bir tartışmadan önce esas mesele; devlet içindeki güç odakları ile AK Parti'nin ilişkisini anlama çabası olmalıdır.
Muhaliflerin bunu sorgulamadan AK Partiyi mahkûm etmeleri haksızlık olacağı gibi; AK Partililerin de iktidar olma refleksi ile sorgusuz bir şekilde devleti savunma reflekslerinin neleri örteceğini iyi görmeleri gerekir.
Devlet içi odaklar/zihniyet ile AK Parti ilişkisini anlamak için şu anahtar sorulardan işe başlayabiliriz;
Devleti esas alan, bireye kul olmaktan öte bir anlam yüklemeyen bin yıllık bürokrasi geleneği, 13 yıl sonra, "insanı yaşat ki devlet yaşasın" ilkesine, bugün ne kadar yakın?
Bırakın terör olaylarında yaşanılanları, sıradan bir hasta yakını veya öğrenci velisi bile bu ilkeyi yaşatan kaç müdür/doktor/öğretmen ile muhatap olabiliyor?
Ergenekon, Balyoz, H.Dink, Askeri Casusluk davaları ile onur kırıcı her türlü muameleye tabi tutulan, kendilerini memleketin gerçek sahibi gören laik, seküler, birçoğu beyaz yakalıların dost ve aile çevresinden olan bürokratların öfkeleri geçti mi? Veya bu kişiler, bu "varlık" mücadelesinde kendilerini hükümete ne kadar yakın hissediyorlar?
90'larda, Maraş, Çorum ve Sivas'ta parmağı olan, bugün dışarıda gezinen, hatta görev başında olan, yeni yargımızca da peşpeşe beraat kararları ile aklanan kadrolar şimdi ne yapıyor?
Özel Harp Dairesi ve türevleri tasfiye edildi mi?
Paralel örgütle üyelik veya gönül bağı olan, icrai ve ihmali davranışlarla hükümetin burnunu sürtmeyi çok arzu eden memurların kaçı biliniyor? Bunların kaçı tasfiye edildi?
Memuriyet güvencesi ile bir noktayı tutan Emniyet ve Yargı mensuplarının olaylardaki ihmali ve icrai rolleri incelenebiliyor mu?
Emniyet, yargı ve istihbaratta AK Parti sosyolojisi ve kadroları ile zihni akrabalığı olan memur sayısı kaçtır? Evet sayıca kaçtır? Bu yokluk hali de dikkate alındığında Paralel kadroların tasfiyesi ile boşalan kadrolara kimler getirilmiştir? Kritik görevlere yeni gelenler AK Parti hükümetinin tarz ve kaygılarını ne kadar içselleştirmiştir?
İktidar ve bürokrasi ilişkisi kafanızı mı karıştırdı? Peki, o zaman son soru; PKK ile savaş başlamış iken; asker ve polis şehitlerinin, biri hariç, tamamının savunma hattında hayatını kaybetmesi ne anlama gelmektedir? Bu anlamda bürokrasi hükümet ile ne kadar senkronizedir?
Bu sorular anlamsız ve yersiz mi?
O zaman buyurun ikinci grup sorulara;
Diyarbakır ve Suruç bombalama soruşturmalarında neden yol alınamamıştır?
Eylemciyi tespit etmek olayı aydınlatmak mıdır? Savcılıkça alınan gizlilik kararlarının bir şeyi açığa çıkartmaktan ziyade örtebileceği kaygıları neden dikkate alınmamıştır?
Kestiği insan kafalarının videosunu youtube'a koyan bir örgütün Diyarbakır ve Suruç bombalamalarını üstlenmemesi olağan mıdır? Eylemcilerin geniş anlamda ilişki ağı çözülerek kamuoyunun bilgilendirilmesi gerekmez miydi?
Ankara'da İsmet Paşa mahallesinden toplanan ve IŞİD'e katıldığı düşünülen gençler gerçekten IŞİD'e mi katılmıştır?
Suriye'de IŞİD görünümlü olan ama başka merkezlerce yönetilen kamplar iddiası ne kadar doğrudur? Doğru ise buralarda devşirilen militanlar nerede kullanılmaktadır?
Adana ve Mersin bombacısı DHKP/C'li olarak açıklanmış ancak, örgüt, kişi ile bağını değil ama eylem ile ilişkisini neden reddetmiştir? Eylemcinin diğer ilişkiler ağı aydınlatılmış mıdır?
Sabancı cinayeti, Paris cinayetleri gibi bir örgütün damgasını taşıyan ama aslında bambaşka adreslerden yönetilen cinayetler ile bu eylemler ne kadar benzeşmektedir?
Sadece Kürtleri değil izleyen bütün insanları dehşete düşüren, insanlık onurunu çiğneyen aşağıdaki olayların tamamında soruşturma açılmış mıdır? Açılmış ise son durum nedir?
Yüksekova şantiye baskını,
Silvan'da ana avrat küfürlü polis anonsu,
Cizre'de "Ermeni dölü" diye bağıran anons,
Varto'da Ekin Wan kod adlı PKK'lının çıplak bedeninin teşhiri,
Şırnak'ta Hacı Birlik'in yerde sürüklenen cansız bedeninin görüntüleri ve DİHA muhabirinin kafasına silah dayayan polis olayı…
Bu insanlık dışı eylemlerin görüntülerinin nerdeyse tamamının polis içinden servis edilmiş olması sadece bir tesadüf müdür?
Başbakan Davutoğlu'un ısrarla ifade ettiği "Terörle Mücadelede Meşruiyet Çizgisi"ni ihlal eden ve planlı olarak bunu afişe edenler kimlerdir? Bu kişiler örgütlü müdür? Suç işleyen polislerden açığa alınan ve hakkında adli işlem yapılan kaç kişi vardır?
Bütün bu olaylar birbirinden bağımsız değildir. Hükümet, eylemsel sorumsuzluğunu ortaya koymak ve muhalefeti buna ikna etmek istiyorsa bu ve benzeri olaylarda soruşturma açmakla yetinemez. Bu soruşturmaları izlemek için özel bir birim oluşturulmalı ve soruşturmaların olağanüstü bir hızla etkin bir şekilde yapılması, sonuçlarının düzenli aralıklarla kamuoyu ile paylaşılması temel bir politika haline getirilmelidir.
Ancak böyle bir pratik mağdur aileler ve bağlantılı siyasi sosyal çevreleri ikna edebilir. Tüm bunlar yapılmasına rağmen kör bir muhalefet yapılmaya devam edilirse; o zaman da toplum buna itibar etmez.