Eğitim sektörüne ilişkin önemli görüşleri olan bir isim.
Öngörüleri var.
Sorunların tespitini
Ve çözüm önerilerini çok net bir şekilde yapabiliyor.
-Kendinizden kısaca bahseder misiniz?
“1979 yılında Ankara’da doğdum. Eğitim hayatım ve çocukluğum Ankara’da geçti. Üniversite dönemim Bolu- Ankara arasında geçti. Evliyim, Arya Ece ve Öykü Ada adında 2 kız çocuğum var. Müzikle, müzik eğitimi ve eğitimle ilgili çalışmalar yapıyorum”
“İÇİMDE MÜZİK AŞKI, ÇOCUKKEN BAŞLADI”
-Müzikle nasıl tanıştınız?
“Biz küçük yaşlardayken babam, evde bağlama çalardı. Bir gün komşumuzun evinde bir darbuka gördüm. Sanki bana ait olan bir şeydi bu darbuka. Çalmayı denedim, içimde büyük bir müzik aşkı başladı. 5–6 yaşlarımdaydım, babam çalıyor, ben de ona darbuka ile eşlik ediyordum. İlkokul 5. sınıftayken, okulumuzda bağlama kursu açıldı. Gecikmeli de olsa kursa katıldım, üstün başarımdan ötürü değerli hocam Fuat Polat eşliğinde bağlamaya başladım. Üniversitede keman ve piyano çalmaya başladım. Yaklaşık 10 yıl sahne performanslarım oldu. 20 yıldır müzik ve çalgı eğitimi üzerine çalışıyorum. Çalışmalarımı artık akademik boyuta taşımak istiyorum ama performanslarım da devam ediyor”
“EĞİTİMİ, OKULLARA HAPSETTİK”
-Türkiye’de eğitim ne durumda, biraz eğitimden bahseder misiniz?
“Eğitim çok yönlü bir kavram iken eğitimi sadece okullara hapsettik. Oysaki eğitim, anne karnında başlayan bir süreç. Toplum olarak eğitimi, doğru bir yere koyamadık. Aile ve yakın çevre ile başlayan görgü, bilgi, beceri, anaokulu ve ilkokula hazır bulunuşluk algılarımız yeterince gelişmiş değil. Örneğin, ilkokul 1. sınıfta öğrencilerin yetenek, ilgi, bilgi, beceri, eğitim-öğretime hazır bulunuşluk düzeylerini aynı kabul ederek onlara eğitim vermeye çalışıyoruz, haliyle hedeflenen başarıya ulaşamıyoruz. Yanlış başlayan bir sürecin devamı da maalesef doğru gelmiyor. Eğitimde köklü değişiklikler gerekiyor. Mesela Milli Eğitim Bakanlığının özerk hale getirilmesi şart. Hayatında sınıfa girmemiş, ders anlatmamış, öğrencinin nasıl öğrendiğini, nasıl unuttuğunu, nasıl başarılı olabileceğini bilmeden, yani öğretmenlik yapmadan Milli Eğitimi yönetemez, öğretmen yetiştiremez, yazdığınız kitapları okutamazsınız”
“PROBLEMİ TESPİT EDEMİYORUZ”
“Problem doğru tespit edilemeyince çözümler de günü kurtarma amaçlı oluyor, bazen günü bile kurtaramıyoruz. Elbette devlet büyükleri, yetkili yöneticiler iyi niyetle bazı politikalar üretiyorlar ancak eğitim-öğretimi tam anlamıyla bilmeden, bu alanda tecrübe ve başarı sahibi olmadan eğitim yönteminde başarılı olunamaz. Eğitim sistemi, öğrenen merkezli, öğretmenin yetki ve etkisinin ağırlıkta olduğu bir felsefe ile yeniden inşa edilmeli. Biz çocuklarımızı, yetki ve etki sahibi öğretmenlere emanet etmeliyiz. Öğretmeni yetkisiz ve etkisiz bırakmak, çocuklarımızı kendi haline bırakmak demektir”
“BİLİM ÜRETEN ÜNİVERSİTELERİ DUYAMIYORUZ”
-Sizin de doktora unvanınız var, o halde biraz da üniversitelerden biraz bahsedelim?
“Üniversiteler bilim üretme merkezleri ama bilim üreten üniversiteleri pek duymuyoruz. Örneğin eğitim fakültelerinde durağan, hiyerarşik yapı mevcut. Araştırma görevlisi olarak giren bir akademisyen adayı, hayatında hiç öğretmenlik yapmamış, sınıfa girmemiş, öğrenciyle aynı havayı teneffüs etmemiş, ders anlatmamış, not vermemiş, davranış gözlemlememiş, rehberlik etmemiş ancak bir bakıyorsunuz bir süre sonra eğitim fakültelerinde öğretmen adaylarının derslerine giriyor, kitap yazıyor, öğretim programı hazırlıyorlar. Nadiren başarılı sonuçlar alınsa da genel süreç, başarısızlıkla sonuçlanıyor”
“DOKTORA BELGESİ OLAN ÖĞRETMENLER DERSLERE GİRSİN”
-Peki öneriniz nedir?
“Öğretmenler arasında lisansüstü eğitime sahip olan, özellikle doktora unvanı olan öğretmenlerin eğitim fakültelerinde derse girmeleri sağlanmalı. Hem işin mutfağını hem de akademik kısmını iyi bilen, tabiri caizse bu işin ustalarına yol açılmalı. Kitap yazımı, müfredat hazırlama hatta Milli Eğitimi yönetme, denetleme işi de bu öğretmenlere verilmeli. Bakın o zaman neler değişiyor herkes net olarak görecektir”
“BİLSEMLER, BAKANLIĞIN YÜZ AKI”
-Üstün zekâlı ve üstün yetenekli öğrencilerin okulu olarak duyulan Bilim ve Sanat Merkezi (BİLSEM)’in de öğretmenisiniz, biraz bilgi verir misiniz?
“Her fırsatta ifade ederim, Milli Eğitimin yüz akı olan, güzide kurumlarından biridir BİLSEM’ler. Hem öğrenciler hem de öğretmenler, zorlu sınav ve mülakatlardan sonra BİLSEM’ e girme hakkı kazanıyor. Belirli zekâ ve yetenek kriterlerine göre müzik, resim ve genel zihinsel (yetenek) olmak üzere 3 alanda eğitim verilir buralarda. MEB Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğüne bağlıdır. Normal müfredatın dışında, daha yaratıcı ve proje tabanlı bir öğrenme ortamına sahip kurumlardır. Öğrencilerin özgür ve yaratıcı düşünmelerini destekler”
“MİLLİ EĞİTİMDE BEYİN GÖÇÜ YAŞANIYOR”
-Sizce Milli Eğitim Bakanlığında beyin göçü yaşanıyor mu?
“Güzel bir soru. Milli Eğitim Bakanlığının en önemli sorunlarından biri beyin göçü sorunudur. Milli Eğitimde yıllarca çalışıp, eğitimi, öğretimi ve bunun tüm paydaşlarını çok iyi bilen birçok öğretmenimiz, doktoralarını bitirdikten sonra bazen istemeyerek de olsa üniversitelere geçiyor. Kimse de demiyor ki, ‘yahu bu öğretmeni biz yetiştirdik, bu kadar bilgiden, tecrübeden yararlanmamız gerekli’ diye.
“ÖĞRETMENLERİN ÖZLÜK HAKLARI İYİLEŞTİRİLMELİ”
-Sizce nasıl durdurulur bu beyin göçü?
“Yöntemi belli aslında. Üniversitedeki unvanı ve özlük haklarını Milli Eğitimde devam ettirme hakkı verirseniz bu göç durdurulabilir. Hatta üniversitedeki imkânların daha fazlasını bile sunmak, öğrencilerimizin daha iyi eğitim alabilmesini sağlar”
“SANAT DERSLERİ, SINIF ÖĞRETMENLERİ TARAFINDAN VERİLMEYE ÇALIŞILIYOR”
-Okullarda sanat eğitimini yeterli buluyor musunuz?
“Okullarda derken, anaokulu, ilkokul, ortaokul, lise. Bunların hepsi okul ama anaokulu ve ilkokulunu düşünürsek sanat eğitimi zaten bu kademelerde yok. Sanat derslerinden başlıcaları müzik ve resim dersi. Bu dersler devlet okullarında, ortaokulda branş öğretmenleri tarafından okutuluyor. Anaokulu ve ilkokulda ise sınıf öğretmenleri tarafından verilmeye çalışılıyor. Bu da zaten çok verimli olmuyor. Çünkü adı üstünde sınıf öğretmeni. Yani kendi alanı ile ilgili derslerde yeterlidir. Her sınıf öğretmeni, müzik, resim, beden eğitimine nasıl hakim olacak?”
ÖZEL OKULLARDA HER BRANŞIN ÖĞRETMENİ FARKLI
-Devlet ve Özel Okullar arasında branş ders öğretimi konusunda farklılıklar var mı?
Elbette var. Özel okullarda anaokulundan itibaren tüm derslere o dersin uzmanı olan branş öğretmeni girer. Müzik dersine müzik, resim dersine resim, beden eğitimi dersine beden eğitimi, yabancı dil dersine yabancı dil öğretmenleri girer. Velilerin özel okulları tercih etmelerindeki en büyük etkenlerden biri de bu. Mesela yabancı dil eğitimi… Yoksa sadece havuzu var diye kimse on binlerce TL harcayıp özel okul tercih etmez diye düşünüyorum”
“DEVLET OKULLARI REFORM YAPMALI”
-Bu durum eğitimde fırsat eşitliğini etkilemez mi?
“Mutlaka etkiler. Anaokulundan itibaren her dersi o dersin uzmanı olan branş öğretmeninden öğrenen bir öğrenci ile tüm dersleri sadece sınıf öğretmeninden öğrenen bir öğrenci nasıl eşit olabilir? Sınıf öğretmenlerine bu kadar yüklenmek doğru değil. Şimdi çoğu özel okulda tüm derslere branş öğretmeni girmesinin yanısıra sınıfta iki öğretmenle ders sistemine geçiliyor. Yani bir sınıf öğretmeni, tüm branşlar için branş öğretmenleri bir de sınıf öğretmeninin yanında derse giren yardımcı öğretmen. Devlet okulları da acilen büyük bir reform yapıp özel okullarla eğitim-öğretim anlamında yarışmalı”
ÖĞRETMENLİK, HİYERARŞİK KADEMELERE AYRILABİLİR
-Eğitimde gelecekte neler olur?
“Öğretmenlerin yetki ve etkileri arttırılmalı. Eğitimi-öğretimin, dolayısıyla toplumun gelişmesindeki en önemli güç, öğretmendedir. Öğretmenlerin üstüne atılmış atıl toprak, kaldırılmalı. Okuyan, kendini geliştiren, dolayısıyla öğrenciye verimli olma konusunda çalışmalar yapıp sürekli kendini geliştiren bir öğretmen modeli oluşturulmalı. Bunun için öğretmenlik belli hiyerarşik kademelere ayrılabilir. Örneğin; Stajyer Öğretmen, Asil Öğretmen, Uzman Öğretmen, Kıdemli Uzman Öğretmen, Baş Öğretmen, Kıdemli Baş Öğretmen gibi bir yapı kurulabilir. Öğretmenler, bu sistem içinde maddi manevi haklarını da almalı. Yani bir başöğretmen (en az doktora mezunu olmalıdır) alanıyla ilgili, kitap, makale, etkinlik, proje konularında yeterli puana sahip olmalı ve bir profesörle aynı maaş ve özlük hakkına sahip olmalı. Aksi takdirde bu tip sistemler de bir işe yaramaz. Geleceğe dair bu tip sistemler kurulursa eğitim ve öğretimde gerçekten inavasyon gerçekleşir. Sahip olduğu gücü en iyi şekilde kullanabilen ülkeler önümüzdeki yüzyıllarda Dünya’yı yönetecekler diye düşünüyorum.